OSMANLI'DA TOPRAK MÜLKİYETİ
1)BAŞLARKEN
Seçtiğim konu başlığının çok iddialı
olduğunu baştan belirtmeliyim. Bu başlık altındaki konu birkaç cilt kitaba
sığar. Bu konuda ciltler dolusu kitap da zaten yazılmıştır. Biz bu yazımızda
konuya ilgi duyanlara bazı özet bilgiler verip, konu hakkındaki görüşlerimizi
kısaca paylaşmak istedik. Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler bu konudaki
kitaplara ve makalelere rahatlıkla ulaşabilirler. Bazı yayınları yazımızın
sonuna ekleyeceğiz. Yazımızda, Osmanlı toprak rejiminin hukuki yönünü ele
alacağız. Konunun ekonomik, sosyal, kültürel yönlerine fazlaca değinmeyeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı
toprak rejimini de aynen devralmıştır. Yeni Cumhuriyet Türk Medeni Kanunu, Tapu
Kanunu, Orman Kanunu ve Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu kabulü ile yeni bir
arazi (toprak) rejimine geçilmiştir. Ancak Osmanlı Devleti döneminden gelen
kazanılmış haklar korunmuştur ve halen de korunmaktadır. Diğer bir ifadeyle;
Cumhuriyet hükümetleri, mülkiyet hakkı bağlamında, geçmişte kazanılmış hakları
yok saymamıştır.
Günümüzde geniş anlamda devlete (kamu) ait
arazilerin tabi olduğu hukuk ile özel mülkiyete ait arazilerin tabi olduğu
hukuk arasındaki benzerliklerin veya farkların iyi anlaşılması önem arz eder. Bunun
yanında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içindeki devletin özel
mülkiyetindeki arazilerin (Maliye Hazinesi adına tapulu yerler) tabi olduğu
hukuki rejimi incelerken veya oluştururken, bu arazilerin Osmanlı Devletinden
devir alındığı gerçeğinden hareketle, Osmanlı arazi rejimini iyi anlamak, tanımak
lazımdır. Bu yazının kaleme alınış gayesi de biraz olsun bu konuya ışık
tutmaktır.
Osmanlı'da orman mülkiyeti-arazi mülkiyeti
ayrımı olmadığından arazi mülkiyetiyle ilgili olarak verdiğimiz bilgiler orman
mülkiyeti için de geçerlidir. Diğer bir ifadeyle orman mülkiyetini düzenleyen
özel kanun yoktur diyebiliriz.
2) MİRİ ARAZİ REJİMİ VE TIMAR(DİRLİK)
SİSTEMİ.
2.1. MİRİ ARAZİ (Osmanlı Devletinde
Hazineye Ait Arazi) REJİMİ: Miri arazi rejimi önceden belirlenmiş bir
rejim olmayıp zaman içinde ihtiyaçların belirleyip geliştirdiği bir rejimdir.
Miri arazinin yönetimi katı kalıplara bağlanmamış, ihtiyaçlara göre
şekillendirilmiştir. Fetih sonrası oluşan miri araziler devlete ait olmakla
birlikte fethedilen yerlerin halkının miri arazileri kullanma hakları
korumuştur. Fethedilen toprakların yeniden yazımı yapılarak bu haklar yeniden
belirlenmiştir. Kanuni devrinin meşhur şeyhülislamı Ebussuud Efendi araziye
ilişkin kaideleri bir araya getirerek mülk ve miri arazinin hukuki rejimini
“Maruzat-ı Ebessuud” adında bir külliyatta toplamıştır.
II. Selim devrinin defterdarı Mehmet
Çelebi (1476-1566) padişahın emriyle mali mevzuatı ve mülkiyeti düzenleyen
mevzuatı külliyat halinde yeniden toplamıştır.
Esasen, miri arazi hukukunun temelini
padişah fermanları, emirler, fetvalar ve mahkeme kararları oluşturur. Bu konuda
çıkarılmış özel bir mevzuat yoktur.
2.2. TIMAR SİSTEMİ (DİRLİK TEŞKİLATI)
Tımar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin
esasını oluşturur. Dirlik veya tımar miri arazinin belli bir kısmının yıllık
gelirinin belli bir oranının belli hizmet karşılığı kişilere tahsis
edilmesidir. Bunlar savaşta yararlılık göstermiş kumandanlar, devletin üst
kademelerine gelmiş memurlar olabilir. Tımar sahibi arazinin mülkiyetine değil,
gelirine sahip olur. Diğer bir anlatımla tımar, miri araziyi kullananlardan
kullanım karşılığı alınacak bedelin hizmet karşılığı kişilere tahsis
edilmesidir, buna bir çeşit ademi tahsis prensibi de diyebiliriz. Bu sistemin
Osmanlı’dan önce Araplarda ve Bizans’da da var olduğuna dair bilgiler vardır.
2.2. 1)DEVLETİN TIMAR (DİRLİK) SİSTEMİNE
TABİ ARAZİ ÜZERİNDEKİ HAKKININ KAPSAMI
Miri araziyi, rekabesi (kuru mülkiyeti)
devlete, tasarruf hakkının şahıslara ait arazi olarak da tarif edebiliriz.
Devlet, miri arazi üzerindeki mülkiyet hakkını padişah (hükümdar) eliyle
kullanır. Padişahın bu araziler üzerindeki hakkı sınırsızdır. Padişah hem
devlet kudretinin sahibi olarak, hem de arazinin mülkiyetinin sahibi olarak
miri arazileri yönetir.
2.2.2 Tımar (Dirlik) sahibinin Devlet ile
olan İlişkisi ve Hukuki Durumu
Tımar sahibinin, kendisine tevcih edilen
(tahsis) miri arazinin mülkiyeti üzerinde hak sahibi olmadığını, sadece arazi
üzerinden alınacak gelirin bir bölümü üzerinde hak sahibi olduğunu belirtmiş
idik. Tımar sahibi sipahi, kendisine tevcih edilen arazilerden toplayacağı
gelirin bir bölümünü kendisine ayırır kalan kısım ile asker besleme ve
kendisine verilen diğer görevleri yerine getirir. Tımar sahibi kendisine
verilen görevleri yerine getiremez ise azledilir ve tımar arazisinin tahsisi
kaldırılır.
2.2.3 Tımar (Dirlik) Sahibi ile Reaya
Arasındaki İlişki
Tımar sahibi sipahi, mülkiyeti Devlete ait
araziyi devlet adına reaya (halk) arasında dağıtır. Sipahi reayadan devlet
adına gelir toplarlarken devlet otoritesini kullanır. Diğer bir anlatımla,
sipahi devletin temsilcisi sıfatıyla devletin egemenlik hakkına dayanarak
reayadan gelir (vergi) toplar. Devlet otoritesini kullanan sipahi keyfi
davranamaz, sipahi yönetiminde devlet hakkaniyetini gözetmek zorundadır.
Çift akçesi ve öşür bu gelirlerin en
önemlileridir.
2.2.4) Tımarların (dirliklerin)
çeşitleri:
a) Mülk olup olmadığına göre:
aa)Mülk Tımarlar: Mülk olarak
verildiği için sahibinin ölümü halinde mirasçılarına intikal eder.
bb) Mülk Olmayan Tımarlar: Hizmet
mukabili verilen tımarlardır. Osmanlı tımarlarının çoğu bu tip tımarlardır.
b) Tımar Arazisinin Gelirine Göre:
a) Has: Senelik geliri 100.000
akçeden fazla olan tımarlara denir. Yüksek kademedeki kişilere verilir.
Şehzade, vezir, beylerbeyi gibi.
b) Zeamet: Senelik geliri 20.000
ila 99.999 akçe olanlar.
c) Tımar:Senelik geliri 19.999
akçeye kadar olanlara tımar adı verilir. Bir kimsenin uhdesinde birden fazla
tımar mevcut ise bunlar birleştirilerek zeamet’e dönüştürülebilir. Ancak zeamet
tımarlara ayrılamaz. Cephede ölen tımar sahibinin oğluna daha büyük tımar
verilir. Yatakta ölen tımar sahibinin oğluna mevcut tımar devredilir.
c) Tımar Sahiplerinin Gördükleri İşlere
Göre: Eşkinci Tımarları, Hademe Tımarları,
d) Veriliş Şekline Göre:
aa) Tezkereli Tımarlar: Başkent’ten
verilen tımarlar
bb) Tezkeresiz Tımarlar:
Beylerbeyinin Verdiği Tımarlar
Osmanlı Devleti’nde yurtluk ve ocaklık
olarak isimlendirilen tımarlar da vardır ki bunlar, kalelerin korunması, bazı
kasabaların memurlarının maaşlarının karşılanması, sınır bölgelerinin ani
baskınlardan korunması için kişilere verilirler. Bu tımarlar, tımar
sahiplerinin mirasçılarına intikal eder.
3)TIMAR(DİRLİK) SİSTEMİNİN BOZULMASI VE
KALDIRILMASI
Tımar sistemi Kanuni
devrinden sonra bozulma yoluna girmiştir. Tımar sahipleri üst makamlara
yaranmak için hediye verme yarışına girmişler bu durum giderek tımarların
rüşvetle dağıtımına sebep olmuştur. Bu bozulmayı önlemeye yönelik gayretler de
yeterli olmamış, bir taraftan tımar sahiplerinin tutumları diğer taraftan
iltizam usulünün ihdası sonrası mültezimlerin baskıları tımar sistemini
amacından tamamen uzaklaştırmıştır. Zaman içinde tımarlar eğil kimselere değil,
en çok geliri getireceğini taahhüt eden mültezimlere verildiği için sistem
çalışmaz hale gelmiştir. Bu durumdan en fazla zararı arazileri işleyen reaya
(halk) görmüştür. 1584 yılında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın 300 akçe karşılığında
yabancılara tımar vermeye başlamasıyla sistem tamamen bozulmuştur.
4) MİRİ ARAZİNİN TASARRUFU
4.1. Genel Bilgiler:
Miri Arazinin Tasarrufu konusunu
açıklamadan önce miri arazi ile ilgili yukarıda verdiğimiz bilgileri tekrarlarsak;
Osmanlı Devleti topraklarının büyük kısmı
devletindir. Miri arazinin rekabesi (çıplak mülkiyeti) devlete kalmak üzere bu
arazilerin kullanımı bir bedel (tapu) mukabili şahıslara veya köy tüzel
kişiliğine bırakılabilir. Kullanım hakkının devri devletin yetkili memurları
tarafından yapılmaktadır. Bu uygulamayı devlete ait arazilerin kullanım
hakkının süresiz olarak bir bedel mukabili kişilere bırakılması olarak da tarif
edebiliriz. İşletilmek üzere bir bedel mukabili reaya’nın (şahısların)
kullanımına bırakılan bu araziler üzerinde köylülerin süresiz kullanım hakkı
vardır ve ölüm halinde bu hak mirasçılara da geçer.
Osmanlı Devleti fethettiği toprakların
mülkiyetinin devlete (Beytülmal, Maliye Hazinesi), tasarruf hakkının da
padişaha ait olduğunu kabul etmiştir. Fethedilen toprakları kullananların
tasarruf şekline dokunulmamıştır. Fethedilen toprakların bir kısmının geliri
savaşta yararlık gösteren komutanlara devredilmiştir. Tasarruf hakkı ahaliye
tefviz edilen (bırakılan) arazilerin gelirleri askeri hizmet karşılığı belli
kişilere devredilerek dirlik (tımar) sistemi oluşturulmuştur. Bu oluşumların
hukuku padişah iradesiyle belirlenmeye çalışılmış, bağımsız bir arazi hukuku
oluşmamıştır. İlerleyen zamanda bu konuda başkaca düzenlemeler
yapılmıştır.
Bu genel açıklamalardan sonra miri
arazinin mutasarrıfı (kullanıcısı) ile devlet arasındaki hukuki duruma daha
yakından bakarsak;
1) Mutasarrıf miri araziyi satamaz, hibe
edemez veya vasiyet edemez.
2)Miri arazi mutasarrıfın borcundan dolayı
haczedilemez.
3)Miri arazi rehin edilemez.
4)Mutasarrıf Miri araziyi ölünceye kadar
bakma şartıyla ferah edemez.
5) Mutasarrıf miri araziyi bedelli veya
bedelsiz ferah edebilir.
Görüleceği üzere, Miri arazinin malikinden
(sahibinden) değil, miri arazinin mutasarrufundan (kullanıncı) söz etmekteyiz.
Bu hak süresizdir ve miras yoluyla gelecek nesillere aktarılabilir. Ancak,
belli şartlara uyulmadığı takdirde bu hak devlet tarafından her zaman geri
alınabilir. Osmanlı'da Padişah devletin mutlak sahibi kabul edildiğinden
padişah iradesiyle bu hak her zaman geri alabilir. Bu hak günümüzdeki ‘irtifak
hakkı’ na benzetilebilirse de, günümüze taşınmaz üzerinde kurulan ‘irtifak
hakkı’ belli süreyi aşmadığından ve belli şartlara bağlı olarak tesis
edildiğinden iptali söz konusu olduğunda mahkeme kararı alınması
gerekir.
4.2) MİRİ ARAZİNİN FERAHI VE İNTİKALİ
Yukarıda Miri arazinin mutasarrıfı
tarafından ferahının (devir ve temliki) mümkün olduğunu belirttik. Şimdi bu
konuyu biraz daha açıklamak gerekir. “Ferah” tabirinin sözlükteki anlamı:
“ bir işle iştigal etmeyi bırakıp boş kalmak” tır. Hukuktaki
anlamı: Bir kimsenin bir şey üzerindeki tasarruf hakkını bir başkasına terk ve
devir etmesidir. Osmanlı taşınmaz hukukunda miri arazi mutasarrıfının
(kullanıcısının) arazi üzerindeki tasarruf hakkını, devletin yetkili memurunun
ivazlı veya ivazsız olarak bir başkasına terk etmesidir. Burada tekraren
belirtelim ki devredilen, arazinin mülkiyeti değil kullanım hakkıdır. Mülk
arazideki devir ve temlik ise, mülk olan arazinin mülkiyetinin devrini ifade
eder. Mülk arazinin satışı ile miri arazinin ferahının hukuki sonuçları
farklıdır. Ferah muamelesi miri arazi üzerindeki kullanım hakkının devrini
kapsar. Arazinin rekabesi (kuru mülkiyeti) devlette kalır. Bazı müellifler
Ferah muamelesini kiracılık hakkının devri olarak görseler de buradaki devir kiracılık
hakkının devrinden çok farklıdır. Buradaki ferah bir süreye bağlı değildir.
Mutasarrıfın ölümü halinde kullanım hakkı mirasçılara geçer. Mutasarrıf miri
araziyi ölünceye kadar bakma şartıyla devredemez. Mutasarrıf bu hakkı teminat
olarak gösteremez ve bu hak borca karşılık haczedilemez.
Mutasarrıfın miri arazi üzerindeki
tasarruf hakkı, ölümü halinde mirasçılarına intikal eder. Bu intikal mülk
arazinin intikalinde olduğu gibi mutlak bir hak değildir.
Osmanlı Devletindeki arazi rejimini kısaca
tanıttıktan sonra Osmanlı Devletinin yerine kurulan bir manada Osmanlı
Devletinin varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı arazi rejimini de
devralmıştır. 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan tercüme edilerek kabul
edilen Türk Medeni Kanunu ile arazi ve mülkiyet hukuku yeni esaslara
bağlanmıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Şahısların Osmanlı mevzuatıyla
elde ettikleri kazanılmış mülkiyet haklarına dokunulmamış bu haklar aynen
korunmuştur.
Özetlersek: Osmanlı İmparatorluğu’nun
kurulmasından sonra fethedilen toprakların kuru (çıplak) mülkiyeti, bazı
istisnalar dışında, devlete aittir. Kazanılan toprakların bir kısmının kullanım
hakkı tapu adı verilen bir bedel karşılığı kişilere verilmiştir. Padişahın miri
araziden bir bölümünü özel mülk olarak bağışlayabilme veya bedeli mukabili
satabilme yetkisi vardır. Miri arazi hukukunu düzenleyen belli bir hukuk metni
yoktur. Çıkarılan fermanlar, emirler, fetvalar ve mahkeme kararları miri
arazinin tabi olduğu hukuku oluşturur. Osmanlı'da 'Devlet Mülkü-Padişah Mülkü'
ayrımı olmadığından, padişahlar kendi mülkleri saydıkları miri topraklar
hakkında diledikleri gibi kaideler koyabilirler. Bu ormanlar için de aynen
geçerlidir.
5)ARAZİ KANUNU’NUN KABULU VE YENİ DÜZEN
5.1 Arazi Kanununu ile Getirilen
Yenilikler
Osmanlı Devletinde Mülkiyet Hukuku
Alanında ilk esaslı düzenlemenin 1858 yılında kabul edilen Arazi Kanunu ile yapıldığını
söyleyebiliriz.
Tanzimatın ilanıyla birlikte Osmanlı
Devletinde başlatılan yenileşme hareketleri kapsamında yeni bir mülkiyet
anlayışına geçilmesi için 1858 yılında Meclis-i Tanzimatta kabul edilen kanun
projesi 1274 tarihli İrade-i Seniyye ile kanunlaşmıştır. Arazi Kanunu, dağınık
halde bulunan ve örf ve adet hukukuna dayalı mevzuatı biraz olsun
toparlamıştır. Ancak, Arazi Kanunu’nun kabulü ile günümüz arazi hukukuna yakın
köklü yenilikler getirildiği düşünülmemelidir.
Osmanlı merkezî
hükumeti toprağa ve topraktan gelen gelirlere ilişkin haklarını korumak için
bir dizi reform gerçekleştirmişti. 1274/1858 Osmanlı Arazi kanunnamesi daha
önceki bu yasal düzenlemeleri toprak sahipliği üzerine tek bir kapsamlı yasa
içinde derledi. Kanunname pek çok açıdan, tarım arazilerinin devlet sahipliğinde
olmasını devam ettirmeye ve aynı zamanda da fiilî üreticilerin toprak
üzerindeki haklarını kuvvetlendirmeye çalışan klasik Osmanlı arazi sisteminin
bir devamı niteliğindeydi diyebiliriz.
Arazi Kanunu, tımar ve zeamet sahiplerinin
Tanzimatın ilanından sonra mültezim ve muhassılların verdikleri tasarruf
senetlerinin, devletin resmi memurlarınca tanzim edilen tuğralı tapu
senetleriyle değiştirilmesi esasını getirmiştir. Böylece miri arazi üzerinde
bir çeşit ferdi mülkiyet esası getirilmiş olmaktadır. Arazinin intikalinde ve
taksiminde eskiden olduğu gibi fıkıh hükümleri uygulanacaktır. Arazi kanununda
düzenlenmeyen konular için eski umumi hükümlere müracaat edilecektir.
5.2. Arazi Kanunu
Hakkındaki Bazı Görüşler:
Arazi Kanunnamesi'ne dair ilk kapsamlı
inceleme Ömer Lütfi Barkan’dan gelmiştir. Barkan, Tanzimat’ın bir halk hareketi
veya devrimci bir hareket olmadığının altını çizerek başladığı incelemesinin
son bölümünde de, "bu kanuna enerjik ve inkılapçı bir ruh addedilemez,
kanun esasen var olan hükümleri tensik etmiştir” görüşünü savunur.
Barkan ayrıca, Osmanlı arazi hukukunun
1858 kanunnamesinden sonra da gelişmeye devam ettiğinin altını çizer ve bu evrimin
yönü konusunda da belirli notlar düşer. Örneğin miri arazi üzerindeki miras
hakkı olan hak-ı intikal, bu süreçte gitgide daha çok mülk arazideki miras
hakkına yaklaşmıştır. Arazi Kanunnamesi ise miri ve mülk ayrımını sürdürmekle
birlikte miri hukuka ilişkin hükümleri mülk hukukuna iyice yaklaştırmıştır. Bu,
örfi hukukun aleyhine ve şer‘î hukukun lehine bir gelişmedir. Barkan, hem 1858
öncesi dönemin arazi hukukuna, hem de kanunnameye göre miri toprak sisteminde
köylünün haklarının tam mülkiyet haklarından farklı olduğunu belirtse de, fiili
durumda bu hakların köylünün toprağın sahibiymiş gibi hareket etmesini
engellemediğini de söyler.
Barkan'ın Kanunname üzerine kimi görüşleri
ile Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun görüşleri arasında bazı farklılıklar vardır. Velidedeoğlu,
1940 yılında ‘Tanzimat I’ adlı kitapta yayımlanan çalışmasında, 1858 Arazi
Kanunnamesine de değinir. Barkan, bir yıl sonra yayımlanan bir makalesinde
Velidedeoğlu'nun bu çalışmasını eleştirir. İkisinin üç konuda görüş ayrılığı
vardır. Velidedeoğlu, kanunnamede Batı kanunları ve ideolojisinin hiç etkisi
olmadığı görüşünü savunurken; Barkan, yukarıda da değinilen, miri araziyi mülk
araziye yaklaştıran kimi hükümlerin, Batılı “liberalizm cereyanlarından
etkilenmiş olduğunu savunur. İkinci olarak, Velidedeoğlu kanunnamenin köylülere
ormandan tarla açma hakkını tanıyan hükümlerinin kanunda yer almasını
eleştirirken, Barkan “bu maddeden ormanların gelişigüzel tahribinin teşvik
edildiği manası çıkarılamaz” diyerek yine kanunnameyi savunur. Bu tartışmadaki
daha da önemli bir nokta, kanunnamede mülk araziye dair hükümlerin yer
almamasının bir eksiklik sayılıp sayılamayacağıdır. Velidede- oğlu'na göre
arazi kanunu adını taşıyan bir kanunun, tüm arazi hukukunu kanunlaştırmaması
önemli bir eksikliktir. Barkan bu konuda, mülk toprakların zaten başka yerlerde
düzenlenmiş olduğuna göndermek yapmaktadır. Kanunnamenin mülk arazileri
düzenlememesi bunu fıkıh hükümlerine bırakması önemli bir eksikliktir. Bu
eksikliği dönemin şartlarına bağlamak mümkündür.
Arazi Kanunnamesiyle ilgili diğer
görüşlere de aşağıda kısaca yer verilmiştir:
Osmanlı Devleti,
vergi toplama işini merkezileştirmek istemiştir. Bu bağlamda kanunnamenin
amacı, toprağın filli üreticilerin adına kaydedilmesi yoluyla onların devlete
doğrudan vergi ödemelerini sağlamaktı
Tekrar kanunnameye
dönersek, kanunun toprağın meta haline gelmiş olduğunu kabul edip etmediğini
test etmenin bu perspektiften bakıldığında en uygun yolu, toprağın mübadeleye
tabi olmasının önündeki engelleri kaldırıp kaldırmadığına bakmaktır.
Kanunname, Osmanlı İmparatorluğu’nun
yaşadığı uzun bir gerileme süreciyle ilişkilendirilmelidir. Buna göre, özel
mülkiyeti tanıyan ya da resmen tanımasa bile tasarruf hakkını mülkiyet hakkına
çok yaklaştıran bu kanun, Osmanlı miri toprak düzeninin bozulmasının bir
sonucudur. Tımar sistemine dayanan Osmanlı toprak sistemi, XVII. yüzyıldan
itibaren bozulmaya başlamış, bunu takip eden süreçte de giderek artan miktarda
miri toprak özel şahısların kontrolüne girmiştir.
Çiftlik
konusunda Barkan'ın da değindiği suskunluk kayda değerdir. Çiftlikler etrafında
gelişen toplumsal ilişkiler konusunda kanunnamenin suskunluğu, Osmanlı
devletinin o dönemki doğası ve karakterine ilişkin önemli ipuçları verebilir.
Kararname çiftlikler konusunu özel olarak düzenlememiştir.
Osmanlı
İmparatorluğu'nda tarımsal ilişkiler ve arazi kullanımı üzerine çalışan
araştırmacılar, kavramsal netlik konusunda azami çaba harcamalıdır. Örneğin "rakabe" kavramı, literatürde yüksek mülkiyet, gerçek mülkiyet ya da çıplak
mülkiyet olarak farklı biçimlerde tanımlanmaktadır. Çiftlik kavramı için de
aynı şey geçerlidir.
DEVAM EDECEKTİR. 24.05.2023
Yararlanılan Kaynaklar:
1) Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin
Bozulması-Prof. Dr. Halil Cin
2) Orman Hukuku Prof. Dr. Yusuf Güneş
3)Devlet Mallarının Kamu Finansmanı
Açısından Değerlendirilmesi (Doktora Tezi) Dr. İlhami Söyler.
4) Sair Yasal düzenlemeler ve mahkeme kararları