12 Haziran 2022 Pazar

 


OSMANLI'DA TOPRAK MÜLKİYETİ

1)BAŞLARKEN

Seçtiğim konu başlığının çok iddialı olduğunu baştan belirtmeliyim. Bu başlık altındaki konu birkaç cilt kitaba sığar. Bu konuda ciltler dolusu kitap da zaten yazılmıştır. Biz bu yazımızda konuya ilgi duyanlara bazı özet bilgiler verip, konu hakkındaki görüşlerimizi kısaca paylaşmak istedik. Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler bu konudaki kitaplara ve makalelere rahatlıkla ulaşabilirler. Bazı yayınları yazımızın sonuna ekleyeceğiz. Yazımızda, Osmanlı toprak rejiminin hukuki yönünü ele alacağız. Konunun ekonomik, sosyal, kültürel yönlerine fazlaca değinmeyeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı toprak rejimini de aynen devralmıştır. Yeni Cumhuriyet Türk Medeni Kanunu, Tapu Kanunu, Orman Kanunu ve Kadastro ve Tapu Tahriri Kanunu kabulü ile yeni bir arazi (toprak) rejimine geçilmiştir. Ancak Osmanlı Devleti döneminden gelen kazanılmış haklar korunmuştur ve halen de korunmaktadır. Diğer bir ifadeyle; Cumhuriyet hükümetleri, mülkiyet hakkı bağlamında, geçmişte kazanılmış hakları yok saymamıştır.

Günümüzde geniş anlamda devlete (kamu) ait arazilerin tabi olduğu hukuk ile özel mülkiyete ait arazilerin tabi olduğu hukuk arasındaki benzerliklerin veya farkların iyi anlaşılması önem arz eder. Bunun yanında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içindeki devletin özel mülkiyetindeki arazilerin (Maliye Hazinesi adına tapulu yerler) tabi olduğu hukuki rejimi incelerken veya oluştururken, bu arazilerin Osmanlı Devletinden devir alındığı gerçeğinden hareketle, Osmanlı arazi rejimini iyi anlamak, tanımak lazımdır. Bu yazının kaleme alınış gayesi de biraz olsun bu konuya ışık tutmaktır.

Osmanlı'da orman mülkiyeti-arazi mülkiyeti ayrımı olmadığından arazi mülkiyetiyle ilgili olarak verdiğimiz bilgiler orman mülkiyeti için de geçerlidir. Diğer bir ifadeyle orman mülkiyetini düzenleyen özel kanun yoktur diyebiliriz.

 

2) MİRİ ARAZİ REJİMİ VE TIMAR(DİRLİK) SİSTEMİ.

2.1. MİRİ ARAZİ (Osmanlı Devletinde Hazineye Ait Arazi) REJİMİ: Miri arazi rejimi önceden belirlenmiş bir rejim olmayıp zaman içinde ihtiyaçların belirleyip geliştirdiği bir rejimdir. Miri arazinin yönetimi katı kalıplara bağlanmamış, ihtiyaçlara göre şekillendirilmiştir. Fetih sonrası oluşan miri araziler devlete ait olmakla birlikte fethedilen yerlerin halkının miri arazileri kullanma hakları korumuştur. Fethedilen toprakların yeniden yazımı yapılarak bu haklar yeniden belirlenmiştir. Kanuni devrinin meşhur şeyhülislamı Ebussuud Efendi araziye ilişkin kaideleri bir araya getirerek mülk ve miri arazinin hukuki rejimini “Maruzat-ı Ebessuud” adında bir külliyatta toplamıştır.

II. Selim devrinin defterdarı Mehmet Çelebi (1476-1566) padişahın emriyle mali mevzuatı ve mülkiyeti düzenleyen mevzuatı külliyat halinde yeniden toplamıştır.

Esasen, miri arazi hukukunun temelini padişah fermanları, emirler, fetvalar ve mahkeme kararları oluşturur. Bu konuda çıkarılmış özel bir mevzuat yoktur.

2.2. TIMAR SİSTEMİ (DİRLİK TEŞKİLATI)

Tımar sistemi, Osmanlı toprak rejiminin esasını oluşturur. Dirlik veya tımar miri arazinin belli bir kısmının yıllık gelirinin belli bir oranının belli hizmet karşılığı kişilere tahsis edilmesidir. Bunlar savaşta yararlılık göstermiş kumandanlar, devletin üst kademelerine gelmiş memurlar olabilir. Tımar sahibi arazinin mülkiyetine değil, gelirine sahip olur. Diğer bir anlatımla tımar, miri araziyi kullananlardan kullanım karşılığı alınacak bedelin hizmet karşılığı kişilere tahsis edilmesidir, buna bir çeşit ademi tahsis prensibi de diyebiliriz. Bu sistemin Osmanlı’dan önce Araplarda ve Bizans’da da var olduğuna dair bilgiler vardır.

2.2. 1)DEVLETİN TIMAR (DİRLİK) SİSTEMİNE TABİ ARAZİ ÜZERİNDEKİ HAKKININ KAPSAMI

Miri araziyi, rekabesi (kuru mülkiyeti) devlete, tasarruf hakkının şahıslara ait arazi olarak da tarif edebiliriz. Devlet, miri arazi üzerindeki mülkiyet hakkını padişah (hükümdar) eliyle kullanır. Padişahın bu araziler üzerindeki hakkı sınırsızdır. Padişah hem devlet kudretinin sahibi olarak, hem de arazinin mülkiyetinin sahibi olarak miri arazileri yönetir.

2.2.2 Tımar (Dirlik) sahibinin Devlet ile olan İlişkisi ve Hukuki Durumu

Tımar sahibinin, kendisine tevcih edilen (tahsis) miri arazinin mülkiyeti üzerinde hak sahibi olmadığını, sadece arazi üzerinden alınacak gelirin bir bölümü üzerinde hak sahibi olduğunu belirtmiş idik. Tımar sahibi sipahi, kendisine tevcih edilen arazilerden toplayacağı gelirin bir bölümünü kendisine ayırır kalan kısım ile asker besleme ve kendisine verilen diğer görevleri yerine getirir. Tımar sahibi kendisine verilen görevleri yerine getiremez ise azledilir ve tımar arazisinin tahsisi kaldırılır.

2.2.3 Tımar (Dirlik) Sahibi ile Reaya Arasındaki İlişki

Tımar sahibi sipahi, mülkiyeti Devlete ait araziyi devlet adına reaya (halk) arasında dağıtır. Sipahi reayadan devlet adına gelir toplarlarken devlet otoritesini kullanır. Diğer bir anlatımla, sipahi devletin temsilcisi sıfatıyla devletin egemenlik hakkına dayanarak reayadan gelir (vergi) toplar. Devlet otoritesini kullanan sipahi keyfi davranamaz, sipahi yönetiminde devlet hakkaniyetini gözetmek zorundadır.

Çift akçesi ve öşür bu gelirlerin en önemlileridir. 

2.2.4) Tımarların (dirliklerin) çeşitleri:

a) Mülk olup olmadığına göre:

aa)Mülk Tımarlar: Mülk olarak verildiği için sahibinin ölümü halinde mirasçılarına intikal eder.

bb) Mülk Olmayan Tımarlar: Hizmet mukabili verilen tımarlardır. Osmanlı tımarlarının çoğu bu tip tımarlardır.

b) Tımar Arazisinin Gelirine Göre:

a) Has: Senelik geliri 100.000 akçeden fazla olan tımarlara denir. Yüksek kademedeki kişilere verilir. Şehzade, vezir, beylerbeyi gibi.

b) Zeamet: Senelik geliri 20.000 ila 99.999 akçe olanlar.

c) Tımar:Senelik geliri 19.999 akçeye kadar olanlara tımar adı verilir. Bir kimsenin uhdesinde birden fazla tımar mevcut ise bunlar birleştirilerek zeamet’e dönüştürülebilir. Ancak zeamet tımarlara ayrılamaz. Cephede ölen tımar sahibinin oğluna daha büyük tımar verilir. Yatakta ölen tımar sahibinin oğluna mevcut tımar devredilir.

c) Tımar Sahiplerinin Gördükleri İşlere Göre: Eşkinci Tımarları, Hademe Tımarları,

d) Veriliş Şekline Göre:

aa) Tezkereli Tımarlar: Başkent’ten verilen tımarlar

bb) Tezkeresiz Tımarlar: Beylerbeyinin Verdiği Tımarlar

Osmanlı Devleti’nde yurtluk ve ocaklık olarak isimlendirilen tımarlar da vardır ki bunlar, kalelerin korunması, bazı kasabaların memurlarının maaşlarının karşılanması, sınır bölgelerinin ani baskınlardan korunması için kişilere verilirler. Bu tımarlar, tımar sahiplerinin mirasçılarına intikal eder.

 

 

3)TIMAR(DİRLİK) SİSTEMİNİN BOZULMASI VE KALDIRILMASI

 Tımar sistemi Kanuni devrinden sonra bozulma yoluna girmiştir. Tımar sahipleri üst makamlara yaranmak için hediye verme yarışına girmişler bu durum giderek tımarların rüşvetle dağıtımına sebep olmuştur. Bu bozulmayı önlemeye yönelik gayretler de yeterli olmamış, bir taraftan tımar sahiplerinin tutumları diğer taraftan iltizam usulünün ihdası sonrası mültezimlerin baskıları tımar sistemini amacından tamamen uzaklaştırmıştır. Zaman içinde tımarlar eğil kimselere değil, en çok geliri getireceğini taahhüt eden mültezimlere verildiği için sistem çalışmaz hale gelmiştir. Bu durumdan en fazla zararı arazileri işleyen reaya (halk) görmüştür. 1584 yılında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın 300 akçe karşılığında yabancılara tımar vermeye başlamasıyla sistem tamamen bozulmuştur.

4) MİRİ ARAZİNİN TASARRUFU

4.1. Genel Bilgiler:

Miri Arazinin Tasarrufu konusunu açıklamadan önce miri arazi ile ilgili yukarıda verdiğimiz bilgileri tekrarlarsak;

Osmanlı Devleti topraklarının büyük kısmı devletindir. Miri arazinin rekabesi (çıplak mülkiyeti) devlete kalmak üzere bu arazilerin kullanımı bir bedel (tapu) mukabili şahıslara veya köy tüzel kişiliğine bırakılabilir. Kullanım hakkının devri devletin yetkili memurları tarafından yapılmaktadır. Bu uygulamayı devlete ait arazilerin kullanım hakkının süresiz olarak bir bedel mukabili kişilere bırakılması olarak da tarif edebiliriz. İşletilmek üzere bir bedel mukabili reaya’nın (şahısların) kullanımına bırakılan bu araziler üzerinde köylülerin süresiz kullanım hakkı vardır ve ölüm halinde bu hak mirasçılara da geçer.

Osmanlı Devleti fethettiği toprakların mülkiyetinin devlete (Beytülmal, Maliye Hazinesi), tasarruf hakkının da padişaha ait olduğunu kabul etmiştir. Fethedilen toprakları kullananların tasarruf şekline dokunulmamıştır. Fethedilen toprakların bir kısmının geliri savaşta yararlık gösteren komutanlara devredilmiştir. Tasarruf hakkı ahaliye tefviz edilen (bırakılan) arazilerin gelirleri askeri hizmet karşılığı belli kişilere devredilerek dirlik (tımar) sistemi oluşturulmuştur. Bu oluşumların hukuku padişah iradesiyle belirlenmeye çalışılmış, bağımsız bir arazi hukuku oluşmamıştır. İlerleyen zamanda bu konuda başkaca düzenlemeler yapılmıştır. 

Bu genel açıklamalardan sonra miri arazinin mutasarrıfı (kullanıcısı) ile devlet arasındaki hukuki duruma daha yakından bakarsak;

1) Mutasarrıf miri araziyi satamaz, hibe edemez veya vasiyet edemez.

2)Miri arazi mutasarrıfın borcundan dolayı haczedilemez.

3)Miri arazi rehin edilemez.

4)Mutasarrıf Miri araziyi ölünceye kadar bakma şartıyla ferah edemez.

5) Mutasarrıf miri araziyi bedelli veya bedelsiz ferah edebilir.

Görüleceği üzere, Miri arazinin malikinden (sahibinden) değil, miri arazinin mutasarrufundan (kullanıncı) söz etmekteyiz. Bu hak süresizdir ve miras yoluyla gelecek nesillere aktarılabilir. Ancak, belli şartlara uyulmadığı takdirde bu hak devlet tarafından her zaman geri alınabilir. Osmanlı'da Padişah devletin mutlak sahibi kabul edildiğinden padişah iradesiyle bu hak her zaman geri alabilir. Bu hak günümüzdeki ‘irtifak hakkı’ na benzetilebilirse de, günümüze taşınmaz üzerinde kurulan ‘irtifak hakkı’ belli süreyi aşmadığından ve belli şartlara bağlı olarak tesis edildiğinden iptali söz konusu olduğunda  mahkeme kararı alınması gerekir. 

4.2) MİRİ ARAZİNİN FERAHI VE İNTİKALİ

Yukarıda Miri arazinin mutasarrıfı tarafından ferahının (devir ve temliki) mümkün olduğunu belirttik. Şimdi bu konuyu biraz daha açıklamak gerekir. “Ferah” tabirinin sözlükteki anlamı: “ bir işle iştigal etmeyi bırakıp boş kalmak” tır. Hukuktaki anlamı: Bir kimsenin bir şey üzerindeki tasarruf hakkını bir başkasına terk ve devir etmesidir. Osmanlı taşınmaz hukukunda miri arazi mutasarrıfının (kullanıcısının) arazi üzerindeki tasarruf hakkını, devletin yetkili memurunun ivazlı veya ivazsız olarak bir başkasına terk etmesidir. Burada tekraren belirtelim ki devredilen, arazinin mülkiyeti değil kullanım hakkıdır. Mülk arazideki devir ve temlik ise, mülk olan arazinin mülkiyetinin devrini ifade eder. Mülk arazinin satışı ile miri arazinin ferahının hukuki sonuçları farklıdır. Ferah muamelesi miri arazi üzerindeki kullanım hakkının devrini kapsar. Arazinin rekabesi (kuru mülkiyeti) devlette kalır. Bazı müellifler Ferah muamelesini kiracılık hakkının devri olarak görseler de buradaki devir kiracılık hakkının devrinden çok farklıdır. Buradaki ferah bir süreye bağlı değildir. Mutasarrıfın ölümü halinde kullanım hakkı mirasçılara geçer. Mutasarrıf miri araziyi ölünceye kadar bakma şartıyla devredemez. Mutasarrıf bu hakkı teminat olarak gösteremez ve bu hak borca karşılık haczedilemez.

Mutasarrıfın miri arazi üzerindeki tasarruf hakkı, ölümü halinde mirasçılarına intikal eder. Bu intikal mülk arazinin intikalinde olduğu gibi mutlak bir hak değildir.

Osmanlı Devletindeki arazi rejimini kısaca tanıttıktan sonra Osmanlı Devletinin yerine kurulan bir manada Osmanlı Devletinin varisi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı arazi rejimini de devralmıştır. 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan tercüme edilerek kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile arazi ve mülkiyet hukuku yeni esaslara bağlanmıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Şahısların Osmanlı mevzuatıyla elde ettikleri kazanılmış mülkiyet haklarına dokunulmamış bu haklar aynen korunmuştur. 

Özetlersek: Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra fethedilen toprakların kuru (çıplak) mülkiyeti, bazı istisnalar dışında, devlete aittir. Kazanılan toprakların bir kısmının kullanım hakkı tapu adı verilen bir bedel karşılığı kişilere verilmiştir. Padişahın miri araziden bir bölümünü özel mülk olarak bağışlayabilme veya bedeli mukabili satabilme yetkisi vardır. Miri arazi hukukunu düzenleyen belli bir hukuk metni yoktur. Çıkarılan fermanlar, emirler, fetvalar ve mahkeme kararları miri arazinin tabi olduğu hukuku oluşturur. Osmanlı'da 'Devlet Mülkü-Padişah Mülkü' ayrımı olmadığından, padişahlar kendi mülkleri saydıkları miri topraklar hakkında diledikleri gibi kaideler koyabilirler. Bu ormanlar için de aynen geçerlidir.

5)ARAZİ KANUNU’NUN KABULU VE YENİ DÜZEN

5.1 Arazi Kanununu ile Getirilen Yenilikler

Osmanlı Devletinde Mülkiyet Hukuku Alanında ilk esaslı düzenlemenin 1858 yılında kabul edilen Arazi Kanunu ile yapıldığını söyleyebiliriz.

Tanzimatın ilanıyla birlikte Osmanlı Devletinde başlatılan yenileşme hareketleri kapsamında yeni bir mülkiyet anlayışına geçilmesi için 1858 yılında Meclis-i Tanzimatta kabul edilen kanun projesi 1274 tarihli İrade-i Seniyye ile kanunlaşmıştır. Arazi Kanunu, dağınık halde bulunan ve örf ve adet hukukuna dayalı mevzuatı biraz olsun toparlamıştır. Ancak, Arazi Kanunu’nun kabulü ile günümüz arazi hukukuna yakın köklü yenilikler getirildiği düşünülmemelidir.

Osmanlı merkezî hükumeti toprağa ve topraktan gelen gelirlere ilişkin haklarını korumak için bir dizi reform gerçekleştirmişti. 1274/1858 Osmanlı Arazi kanunnamesi daha önceki bu yasal düzenlemeleri toprak sahipliği üzerine tek bir kapsamlı yasa içinde derledi. Kanunname pek çok açıdan, tarım arazilerinin devlet sahipliğinde olmasını devam ettirmeye ve aynı zamanda da fiilî üreticilerin toprak üzerindeki haklarını kuvvetlendirmeye çalışan klasik Osmanlı arazi sisteminin bir devamı niteliğindeydi diyebiliriz.

Arazi Kanunu, tımar ve zeamet sahiplerinin Tanzimatın ilanından sonra mültezim ve muhassılların verdikleri tasarruf senetlerinin, devletin resmi memurlarınca tanzim edilen tuğralı tapu senetleriyle değiştirilmesi esasını getirmiştir. Böylece miri arazi üzerinde bir çeşit ferdi mülkiyet esası getirilmiş olmaktadır. Arazinin intikalinde ve taksiminde eskiden olduğu gibi fıkıh hükümleri uygulanacaktır. Arazi kanununda düzenlenmeyen konular için eski umumi hükümlere müracaat edilecektir.

5.2. Arazi Kanunu Hakkındaki Bazı Görüşler:

Arazi Kanunnamesi'ne dair ilk kapsamlı inceleme Ömer Lütfi Barkan’dan gelmiştir. Barkan, Tanzimat’ın bir halk hareketi veya devrimci bir hareket olmadığının altını çizerek başladığı incelemesinin son bölümünde de, "bu kanuna enerjik ve inkılapçı bir ruh addedilemez, kanun esasen var olan hükümleri tensik etmiştir” görüşünü savunur.

Barkan ayrıca, Osmanlı arazi hukukunun 1858 kanunnamesinden sonra da gelişmeye devam ettiğinin altını çizer ve bu evrimin yönü konusunda da belirli notlar düşer. Örneğin miri arazi üzerindeki miras hakkı olan hak-ı intikal, bu süreçte gitgide daha çok mülk arazideki miras hakkına yaklaşmıştır. Arazi Kanunnamesi ise miri ve mülk ayrımını sürdürmekle birlikte miri hukuka ilişkin hükümleri mülk hukukuna iyice yaklaştırmıştır. Bu, örfi hukukun aleyhine ve şer‘î hukukun lehine bir gelişmedir. Barkan, hem 1858 öncesi dönemin arazi hukukuna, hem de kanunnameye göre miri toprak sisteminde köylünün haklarının tam mülkiyet haklarından farklı olduğunu belirtse de, fiili durumda bu hakların köylünün toprağın sahibiymiş gibi hareket etmesini engellemediğini de söyler.

Barkan'ın Kanunname üzerine kimi görüşleri ile Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun görüşleri arasında bazı farklılıklar vardır. Velidedeoğlu, 1940 yılında ‘Tanzimat I’ adlı kitapta yayımlanan çalışmasında, 1858 Arazi Kanunnamesine de değinir. Barkan, bir yıl sonra yayımlanan bir makalesinde Velidedeoğlu'nun bu çalışmasını eleştirir. İkisinin üç konuda görüş ayrılığı vardır. Velidedeoğlu, kanunnamede Batı kanunları ve ideolojisinin hiç etkisi olmadığı görüşünü savunurken; Barkan, yukarıda da değinilen, miri araziyi mülk araziye yaklaştıran kimi hükümlerin, Batılı “liberalizm cereyanlarından etkilenmiş olduğunu savunur. İkinci olarak, Velidedeoğlu kanunnamenin köylülere ormandan tarla açma hakkını tanıyan hükümlerinin kanunda yer almasını eleştirirken, Barkan “bu maddeden ormanların gelişigüzel tahribinin teşvik edildiği manası çıkarılamaz” diyerek yine kanunnameyi savunur. Bu tartışmadaki daha da önemli bir nokta, kanunnamede mülk araziye dair hükümlerin yer almamasının bir eksiklik sayılıp sayılamayacağıdır. Velidede- oğlu'na göre arazi kanunu adını taşıyan bir kanunun, tüm arazi hukukunu kanunlaştırmaması önemli bir eksikliktir. Barkan bu konuda, mülk toprakların zaten başka yerlerde düzenlenmiş olduğuna göndermek yapmaktadır. Kanunnamenin mülk arazileri düzenlememesi bunu fıkıh hükümlerine bırakması önemli bir eksikliktir. Bu eksikliği dönemin şartlarına bağlamak mümkündür.

Arazi Kanunnamesiyle ilgili diğer görüşlere de aşağıda kısaca yer verilmiştir:

Osmanlı Devleti, vergi toplama işini merkezileştirmek istemiştir. Bu bağlamda kanunnamenin amacı, toprağın filli üreticilerin adına kaydedilmesi yoluyla onların devlete doğrudan vergi ödemelerini sağlamaktı

Tekrar kanunnameye dönersek, kanunun toprağın meta haline gelmiş olduğunu kabul edip etmediğini test etmenin bu perspektiften bakıldığında en uygun yolu, toprağın mübadeleye tabi olmasının önündeki engelleri kaldırıp kaldırmadığına bakmaktır.

Kanunname, Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı uzun bir gerileme süreciyle ilişkilendirilmelidir. Buna göre, özel mülkiyeti tanıyan ya da resmen tanımasa bile tasarruf hakkını mülkiyet hakkına çok yaklaştıran bu kanun, Osmanlı miri toprak düzeninin bozulmasının bir sonucudur. Tımar sistemine dayanan Osmanlı toprak sistemi, XVII. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlamış, bunu takip eden süreçte de giderek artan miktarda miri toprak özel şahısların kontrolüne girmiştir.

        Çiftlik konusunda Barkan'ın da değindiği suskunluk kayda değerdir. Çiftlikler etrafında gelişen toplumsal ilişkiler konusunda kanunnamenin suskunluğu, Osmanlı devletinin o dönemki doğası ve karakterine ilişkin önemli ipuçları verebilir. Kararname çiftlikler konusunu özel olarak düzenlememiştir.

        Osmanlı İmparatorluğu'nda tarımsal ilişkiler ve arazi kullanımı üzerine çalışan araştırmacılar, kavramsal netlik konusunda azami çaba harcamalıdır. Örneğin "rakabe" kavramı, literatürde yüksek mülkiyet, gerçek mülkiyet ya da çıplak mülkiyet olarak farklı biçimlerde tanımlanmaktadır. Çiftlik kavramı için de aynı şey geçerlidir. 

DEVAM EDECEKTİR. 24.05.2023

 

 

 

 

 

 

 


 

 

Yararlanılan Kaynaklar:

1) Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması-Prof. Dr. Halil Cin

2) Orman Hukuku Prof. Dr. Yusuf Güneş

3)Devlet Mallarının Kamu Finansmanı Açısından Değerlendirilmesi (Doktora Tezi) Dr. İlhami Söyler.

4)  Sair Yasal düzenlemeler ve mahkeme kararları

 


    1941.   İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.   Barbarossa Harekatı başladı, Sovyetler Birliği'nin Nazi Almanyası tarafından işgal edilme ...