26 Aralık 2019 Perşembe

KANAL İSTANBUL İÇİN YAPILAN BAZI MEVZUAT DÜZENLEMELERİ HAKKINDA BİR ÇALIŞMA


KANAL İSTANBUL İÇİN YAPILAN BAZI MEVZUAT DÜZENLEMELERİ HAKKINDA BİR ÇALIŞMA

‘Kanal İstanbul’ ile ilgili tartışma genelde, kanal inşaatında kamu yararı var mı, Montrö Boğazlar Sözleşmesi hükümleri dikkate alındığında fayda-maliyet analizinden nasıl bir sonuç çıkar gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu konuda yapılan mevzuat düzenlemeleri birlikte değerlendirildiğinde ‘Kanal İstanbul Projesi' inşaatının kapsamı ve amacı hakkında daha net fikir edinilebilir.
Bu yazımızda ‘Kanal İstanbul Projesiyle' ilgili olarak bu güne kadar alınan bakanlar kurulu kararlarını, yapılan kanun değişikliklerini ve yüksek yargının kararlarını, imar planı değişikliklerini ele alıp değerlendirmek istiyoruz.

1)13.08.2012 tarihli ve 2012/3573 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı:

    İstanbul’da bulunan bazı alanlarda gerçekleştirilecek proje uygulamaları kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yetkilendirilmesine ilişkin ekli Kararın yürürlüğe konulması; adı geçen Bakanlığın 9/8/2012 tarihli ve 12689 sayılı yazısı üzerine, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendine göre, Bakanlar Kurulu’nca 13/8/2012 tarihinde kararlaştırılmıştır.

        13/8/2012 Tarihli ve 2012/3573 Sayılı Kararnamenin Eki Karar:

        Yetkilendirme:
MADDE 1 –(1) İstanbul'da bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2.nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilendirilmiştir.

Yürürlük
MADDE 2 –(1) Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 3 –(1) Bu Karar hükümlerini Çevre ve Şehircilik Bakanı yürütür.

    2)24.02.2014 tarihli ve 2014/6028 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı:

    MADDE 1 –İstanbul’da bulunan ve 13/8/2012 tarihli ve 2012/3573 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca, olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapıların tasfiye edilerek yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla, 644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yetkilendirildiği alanın sınırları, ekli kroki ile listede gösterildiği şekilde yeniden belirlenmiştir.
MADDE 2 Bu Karar yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3 Bu Karar hükümlerini Çevre ve Şehircilik Bakanı yürütür.
Not: Her iki Bakanlar Kurulu Kararlarının ekinde koordinatlı Avrupa Yakası Rezerv  Alanı Haritası
yer almaktadır .

    3) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi 1/5000 ölçekli imar planı değişikliği

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi kararıyla 1/5000 ölçekli imar planının tadilatı yapılmıştır.18.06.2014-18.07.2014 tarihlerinde askı ilanı yapılan bu plan tadilatıyla 3. Köprü bağlantı yollarının yeni güzergahı planlara işlenmiştir. Daha önce kabul edilen 1/5000'lik planda başkaca önemli değişiklik yapılmamıştır.

    4) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Arasında Yapılan Protokol
   
Basında yer alan haberlere göre, 'İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı' adı altında rezerv yapı alanı ilan edilen yerde imar planı çalışması yapılması için Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile protokol yapılması kararı alınmıştır.

    KANAL İSTANBUL’LA İLGİLİ KANUN ve KHK’lar

    1)644 sayılı Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi:

ç) (Değişik: 8/8/2011-KHK-648/ 1 md.) Her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesislerine ilişkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve başvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek.”

2)14/4/2016 tarihli 6704 sayılı Kanunun;

7. Maddesiyle;
3194 sayılı İmar Kanununun 5. maddesine “Su yolu; imar planı kararıyla yapay olarak oluşturulan ve deniz araçlarıyla ulaşımın sağlandığı su geçididir.” Tanımı,

8. maddesiyle;
3194 sayılı İmar Kanununun 11. maddesinin birinci fıkrasına “yol” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “su yolu” ibaresi,

9. maddesiyle;
3194 sayılı Kanunun 18. maddesinin üçüncü fıkrasına “yol” ibaresinden sonra gelmek üzere “… su yolu” ibaresinin ibaresi eklenmiştir.

13. maddesiyle;
25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 1- 30/4/2014 tarihli ve 28987 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/2/2014 tarihli ve 2014/6028 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında belirtilen; İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı içerisinde yer alan mera, yaylak ve kışlak gibi orta mallarının vasıfları, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca bu Kanun hükümlerine bağlı kalınmaksızın resen kaldırılır ve bu taşınmazlar Hazine adına tescil edilir.”

21. maddesiyle;

16/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin Anayasa Mahkemesince iptal edilen yedinci fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
“(7) Bu Kanunun uygulanması için belirlenen alanların sınırları içinde olup riskli yapılar dışında kalan diğer yapılardan uygulama bütünlüğü bakımından Bakanlıkça gerekli görülenler, değerleme çalışmalarında yapının riskli olmadığı gözetilmek kaydıyla bu Kanun hükümlerine tabi olur.”

Yukarıda yer verdiğimiz kanun değişikliklerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olduğu iddiasıyla, iptal istemiyle 125 Millet Vekili tarafından Anayasa Mahkemesinde dava açılmış Anayasa Mahkemesinin 15.11.2017 tarihli 2016/133 Esas ve 2017/155 Karar sayılı kararıyla;3194 sayılı İmar Kanununda ve Mera Kanununda yapılan değişikliklerin iptal istemi reddedilmiş, 6306 sayılı Kanunun 3. Maddesinin 7. Fıkrasında yapılan değişiklik ise Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

3)26/7/2018 tarihli ve 7146 sayılı Kanunun 9 uncu maddesiyle:

3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunun ‘kapsam’ başlıklı 2.maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yük ve/veya yolcu ve yat limanları ile kompleksleri,” ibaresinden sonra gelmek üzere Kanal İstanbul ve benzeri su yolu projeleri,ibaresi eklenmiştir.
              
DEĞERLENDİRME

1)Kanal İstanbul’ projesiyle ilgili olarak 24/2/2014 Tarihli ve 2014/6028 Sayılı Kararnamenin Eki Karardan, Kanal İstanbul’un nereden geçeceği net olarak anlaşılmaktadır. O tarihlerde her ne kadar alternatif güzergahlar üzerinde de çalışıldığı ifade edilmişse de aslında öteden beri tek güzergah üzerinde çalışılmıştır. Zira bölgenin coğrafi yapısı ikinci bir alternatife imkan vermemektedir. Karar metni aşağıda aynen alınmıştır.
               Bakanlar Kurulu Kararının, ‘Kanal İstanbul’ un geçeceği ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, ‘İstanbul’da olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması’ amacıyla alındığı ifade edilmektedir. Yeni yerleşim alanının adı karada “İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı” olarak belirlenmiştir.
               Mera Kanununa eklenen ek madde ile, söz konusu Bakanlar Kurulu Kararıyla ilan edilen ‘İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı’nı ile ilgili olarak; “İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı içerisinde yer alan mera, yaylak ve kışlak gibi orta mallarının vasıfları, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca bu Kanun hükümlerine bağlı kalınmaksızın resen kaldırılır ve bu taşınmazlar Hazine adına tescil edilir.” Hükmü getirilmiştir.
               Bu kanun değişikliği ile İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı içerisinde yer alan meraların vasıfları Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca resen kaldırılacak, meralar Hazine adına tescil edilecektir. Oysa bu yetki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmeliydi doğrusu budur. Dikkat edilirse Kanal İstanbul’un adı geçmemekle birlikte ‘Proje Alanı’nın içinden Kanal İstanbul geçeceğinden Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı devreye girmektedir.

2) 14/4/2016 tarihli 6704 sayılı Kanunla 3194 sayılı İmar Kanununda Yapılan değişiklikler:

İmar Kanununda yapılan değişikliklerle Kanal İstanbul’un geçeceği alan Düzenleme Ortaklık Payından karşılanacaktır. Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan yerler ile bölgenin ihtiyacı olan yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretime yönelik eğitim tesis alanları, Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık tesis alanları, pazar yeri, semt spor alanı, toplu taşıma istasyonları ve durakları, otoyol hariç erişme kont-rolünün uygulandığı yol, su yolu, resmî kurum alanı, mezarlık alanı, belediye hizmet alanı, sosyal ve kültürel tesis alanı, özel tesis yapılma-sına konu olmayan ağaçlandırılacak alan, rekreasyon alanı olarak ayrılan parseller ve mesire alanları gibi umumi hizmet alanlarından oluşur.
Değişiklikten önce su yolu” ibaresi kanun metninde yer almadığından kanalın geçeceği alanın kamulaştırılması gerekmekte idi bu da çok yüksek kamulaştırma maliyeti getiriyordu bu maliyetten kurtulmak için düzenleme ortaklık payından karşılanacak yerlerin arasına su yolu ibaresi eklenmiştir. Kanal inşaat alanı oldukça büyük sahayı kapsadığından önceden yüzde 40 olan düzenleme Ortaklık Payı (DOP)oranı da en son 7181 sayılı kanunla yüzde 45’e çıkarılmıştır.

Kanalın iki yanının yeni şehir alanı olarak belirlenmesi Kanal İstanbul inşaatının olmazsa olmazıdır. Kanal İstanbul’un içinden geçeceği İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı içerisinde Hazineye ait askeri araziler, Hazine adına tescil edilecek mera alanları, Devletin hüküm ve tasarrufunda olup imar uygulamasıyla Hazine adına tescil edilecek alanlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesine ve İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresine ait taşınmazlar vardır ve bu taşınmazlar Kanal İstanbul projesi kapsamında kullanılmak üzere Hazineye devredilecektir. Bunlardan Sazlıdere barajı ve koruma bandı içinde kalan alanlar ile askeri alanlar en önemlileridir. Hazine, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bağlı kuruluşu İSKİ mülkiyetindeki ve imar uygulamasıyla Hazine mülkiyetine geçecek alanların toplam proje alanı içindeki payı oldukça yüksektir. Kamuya ait bu alanlar, diğerleriyle birlikte, imara açılarak, buralara iki milyon nüfusa ulaşacak yeni şehirler inşa edilmesi planlanmaktadır. Böylece, Proje alanında kamuya ait araziler değer kazanacak bu arazilerden elde edilecek gelirle Kanal İstanbul projesi finanse edilecektir. Yapılan kanun değişiklikleri bu amaca yöneliktir ve kendi düşünce sistemi içinde gerçekçi ve doğrudur. Bu husus tartışmalara konu olmamaktadır.
Tekrar etmek gerekirse Kanal İstanbul projesi için kamulaştırma yapılması düşünülmemektedir, şevleriyle birlikte kanalın fiilen kapsadığı alan düzenleme ortaklık payından (DOP) karşılanacaktır. Bunu biraz daha netleştirirsek, proje alanı ilan edilen alan içinde kalan taşınmazlar bir potaya atılacak potaya atılan taşınmazların yüzde 45’ düzenleme ortaklık payına ayrılacaktır.

    3)Dikkat edilirse, Bakanlar Kurulu Kararına göre İstanbul İli Avrupa Yakası Proje Alanı, İstanbul’da olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla değerlendirilecektir.
Diğer taraftan, Kanal İstanbul projesinin yap-işlet-devret modeli ile yapılaması için 3996 Sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında kanunun ‘kapsam’ maddesineKanal İstanbul ve benzeri su yolu projeleri,ibaresi eklenmiştir.
Avrupa Yakası Proje alanının, bir taraftan afet riski altındaki yapıların tasfiye edilerek yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amaçlanmakta, diğer taraftan Kanal İstanbul projesi için yap-işlet- devret veya hasılat paylaşımı modeliyle değerlendirilmesi düşünülmektedir. Oysa Bakanlar Kurulu Kararlarında yer alan amaç ile kamuya yapılan açıklamalar örtüşmemektedir.

Kanalın belli süre (30-40yıl gibi) işletilmesinden elde edilecek gelirler karşılık gösterilerek kanal inşaatının finansmanı mümkün olmayacağından, aynen köprü ve otoyol inşaatlarında olduğu gibi, Devlet(Hazine) tarafından dolar bazında gelir garantisi vermek gerekecektir. Geçmişte de uygulanan bu model inşaatın daha kısa sürede bitmesini sağlar ancak Devlete en yüksek borçlanma maliyetinden daha fazla maliyet artışı getirir. Zira Devletin borçlanma maliyeti, şirketlerin borçlanma maliyetinden her zaman düşük olur. İhaleye talip olacak şirketler kendi borçlanma maliyetlerini hesaba katarak teklif vereceklerdir. Eninde sonunda bu maliyet artışı Devlete ve vatandaşa yansıyacaktır. Bunun başka bir yolu da yoktur.
Bu durumda yeni yerleşim alanlarının yap işlet devret modeli veya hasılat paylaşımı modeliyle inşa edilmesi nasıl olacaktır. Kanal İnşaatının finansmanı nasıl sağlanacaktır? ÇET Raporunda ‘gayrimenkul gelirleri’ en önemli finansman kaynağı olarak gösterildiğine göre proje alanındaki kamu taşınmazların satışı veya takası suretiyle önemli miktarda gelir elde edilmesi planlanmaktadır. Yapılan tartışmalarda bu konu çok fazla öne çıkmamaktadır. Milyarlarca dolar değerindeki söz konusu taşınmazların satılarak paraya çevrilmesinden gelecek gelirin nerede ve ne şekilde kullanılacağı hususu gözden kaçmaktadır. Kanalın geçeceği alandaki kamu taşınmaz varlığının envanteri hakkında da detaylı bilgi yoktur. 

14 Aralık 2019 Cumartesi

TÜRKİYE'DE ORMAN MÜLKİYETİ VE İSTANBUL HAVA ALANI ARAZİSİNİN KISA HİKAYESİ




TÜRKİYE’DE ORMAN MÜLKİYETİ VE İSTANBUL HAVAALANI ARAZİSİNİN 
KISA HİKAYESİ
Son günlerde, İstanbul Havaalanı inşaatı ve yer seçimiyle ilgili haberler ve tartışmalar basında ve sosyal medyada sıklıkla yer almaktadır. Havaalanı inşaatının ilk fazı tamamlanıp hizmete açıldığından bu tartışmaların günümüze pek faydası olmasa da, ileride İstanbul’daki orman arazileri üzerinde yapılacak yatırımlarda ‘kamu yararı’ kararı alınırken dikkate alınmasını dileriz. Yaşadığımız korona salgını Türk toplumunun çevre koruma bilincini ve algısını biraz olsun değiştirir de, ormanların ve yeşil alanların kullanılması konusunda toplum bundan böyle daha hassas olur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 169. Maddesinin ikinci fıkrasında: “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” denilmektedir. Bu maddeye göre, orman arazilerinin mülkiyeti devir edilememektedir, ancak kamu yararı kararı alınıp orman arazileri üzerinde uzun süreli irtifak hakkı kurularak orman arazileri üzerinde her türlü yatırım yapılabilmektedir. İstanbul Hava Alanı da, kamu yararı kararı alınarak, orman arazileri üzerinde irtifak hakkı kurulmak suretiyle inşa edilmektedir.
Bu yazımızda, ülkemiz orman varlığının korunması bağlamında, orman mülkiyetinin tarihi gelişimi, orman dışına çıkarma işlemleri ve tapu kaydına göre orman vasfında olan İstanbul Hava Alanı arazisinin mülkiyeti hakkında özet bilgiler vererek konuyla ilgili görüşlerimizi aktaracağız.

I-ÜLKEMİZDE ORMAN MÜLKİYETİNİN  TARİHİ GELİŞİMİ

Ülkemizde orman mülkiyetinin tarih içindeki gelişimiyle ilgili açıklamalara geçmeden önce ‘orman’ tanımı üzerinde kısa açıklama yapalım: Orman tanımı ‘biyolojik’ ve ‘hukuksal’ açıdan yapılmaktadır. Orman Kanununda:“Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları, yerleriyle birlikte orman sayılır” denilmektedir. ‘Ağaç’,‘Ağaççık’ tanımları yönetmeliklerde yapılmıştır. Bu tanıma göre bir yerin orman olup olmadığına veya orman vasfını kaybedip kaybetmediğine orman mühendislerinin de içinde bulunduğu kadastro komisyonları karar vermektedir. Bize göre bu komisyonların hiç olmazsa SİT alanlarını belirleyen komisyonlar kadar özerk olmalarında fayda var. Bu komisyonlar sadece memurlardan oluşmamalıdır.
Bu kısa açıklamalardan sonra, ülkemizde orman mülkiyeti kavramı ve gelişimi üzerine özet bilgileri Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi ayrımı üzerinden vereceğiz:
           
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi:  
1)Tanzimatın ilanına kadar olan dönem( Cibal-i Mübaha Dönemi)
 2)Tanzimatın ilanı,
 3)1858 Arazi Kanunnamesi,
           

            Cumhuriyet Dönemi:
     1)1924 Anayasasında değişiklik ve 1937 tarihli 3116 sayılı Orman Kanununun kabulü,
     2)1945 yılında ormanların devletleştirilmesine ilişkin 4785 sayılı Kanunun kabulü,
     3)1956 yılında 6831 sayılı Orman Kanununun kabulü,
      4)1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının kabulü ve orman dışına çıkarma.

Bu dönemler kendi içinde fazlara ayrılabileceği gibi dönem sayısı artırılabilir. Bu ayrıma göre konuyu kısaca açıklamaya çalışalım:



 I) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi:           

1)Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’ın ilanına kadar ormanların mülkiyetiyle ilgili düzenlemelerin çok sınırlı olduğunu söylemek mümkündür. Ordunun, bazı kamu kurumlarının ve vakıflara ait hastanelerin ve diğer kamu tesislerinin kereste, yakacak ve gelir ihtiyacının teminine yönelik olarak bazı ormanların özel amaçla tahsis edildiğini biliyoruz. İstanbul Terkos yöresindeki ve Trakya’daki Istıranca ormanlarının miri araziden Guraba Hastanesi Vakfına tahsis edilmesi gibi. Bu dönemde, ormanların işletmesini kolaylaştıran teknoloji gelişmediğinden, ormanların korunmasına yönelik endişenin olmadığını, hatta ormanların işletmesinin teşvik edildiğini söylemek mümkündür.
Osmanlı Devleti’nde orman konusunda ilk işlemlerin Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleştiği görülmekte, Kanuni dönemine doğru daha da yoğunlaştığı konusunda bilgilere ulaşılmaktadır. Bununla birlikte, bu ilgi sadece İstanbul ile sınırlı olup orman kaynaklarının yönetimiyle ilgili ülke genelini ilgilendiren hükümler söz konusu değildir. Zira, İstanbul ve civarındaki ormanlar savunma ve sarayın ihtiyaçları bakımından stratejik öneme haizdir. Bu bakımdan İstanbul ormanları her zaman devletin, özel olarak, gözetim ve denetimi altında olmuştur.
2)Tanzimat Fermanının ilanı sonrası, 1858 yılında Arazi Kanunnamesinin kabulüyle birlikte tapu teşkilatı ve tapu uygulaması yeniden ele alınarak özel ve tüzel kişilerin tapuya dayalı taşınmaz edinmesi yeni esaslara bağlanmıştır. Kırım savaşı sonrası, Devletin artan gelir ihtiyacına çare bulmak için, Fransa’dan getirilen uzmanların da etkisiyle, ormanlardan gelir sağlanabileceği düşünülmüş, bu amaçla 1869 yılında “Orman Genel Müdürlüğü” (Orman Müdüriyeti Umumiyesi) adı altında bir örgüt kurmuştur. Yeni kurulan ormancılık örgütü Maliye Bakanlığı’na bağlanmıştır.
1869 Yılında devlet ormanlarının kullanım kurallarını düzenleyen Orman Nizamnamesi yürürlüğe kondu ise de, uygulamada ormanların korunmasına yönelik radikal tedbirlerin alındığı söylenemez. Yine de, Nizamname ormanların korunmasına yönelik ilk düzenleme olması bakımından önemlidir. Orman Nizamnamesi 1937 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Bu dönemde Hoca Ali Rıza Efendi tarafından 1913 yılında “Orman ve Mera Yasası” adı altında bir kanun tasarısı hazırlanmış ancak kanunlaşamamıştır. Bu yasa tasarısının gerekçesinde Türkiye ormancılık tarihine ışık tutacak çok önemli değerlendirmeler ve tespitler yer almaktadır. Ülkemizde, Mera Kanununun 1998 yılında yürürlüğe girdiği düşünülecek olursa bu tasarının ne kadar ileri bir anlayışla hazırlandığı daha kolay anlaşılır.
            Arazi Kanunnamesindeki sınıflandırma orman mülkiyetinin de temelini oluşturur. Arazi Kanunnamesine göre imparatorluk arazileri: Mülk Arazi, Miri arazi, Vakıf Arazi, Metruk Arazi, Mevat Arazi olarak beş ana kısma ayrılır. Bunları kısaca açıklarsak:
Mülk Arazi(arazi-yi memluke):Kısaca, özel mülkiyete konu olabilen araziler olarak da tanımlayabiliriz. Bu arazilerde kendi içinde mülkiyet hukuku bakımından dörde ayrılır. Bu araziler diğer mallar gibi alınıp satılabilirler ve sahibinin ölümü halinde mirasçılarına intikal eder.
Miri Arazi (arazi-yi emiriyye): Bu arazilerin çıplak mülkiyeti Devlete, kullanım hakkı şahıslara (mutasarrufa) aittir. Mutasarrufun kullanım hakkı mirasçılarına intikal eder. Bu hakkın, Devletin izni olmadan başkalarına satışı ve devri yapılamaz.
Vakıf Arazi(arazi-yi mevkufe): Bu tür arazi belli bir amaca vakfedilmiş olan arazi türüdür. Mülk araziden vakfedilmişse ‘sahih vakıf arazi’, Miri arazilerden vakfedilmişse ‘gayri sahih vakıf arazi’ olarak adlandırılır.
Metruk Arazi(arazi-yi metruke):Bu tür araziler kamunun istifadesine tahsis edilmiş arazilerdir. Yollar, meralar, vb. araziler bu kapsamdadır.
Mevat Arazi(arazi-yi mevat) olarak: Bu tür arazilerin sahibi ve zilyedi olmaz. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki araziler olarak da tarif edebiliriz.
Ormanlar, sayılan bu arazi türlerinin hangisi üzerinde yer alıyorsa o arazinin tabi olduğu hükümlere tabi olur. Metruk arazi üzerindeki orman hangi köy veya kasabada ise o köy veya kasabanın kullanımına tahsis edilmiş sayılır.
            Yukarıda sayılanlara ek olarak, Cibal-i Mübaha (Mübah Dağ) olarak kabul edilen ayrı bir sınıf orman vardır ki, bu orman sınıfı Arazi Kanunnamesinde yer alan sınıflandırma kapsamında değerlendirilmez. Cibal-i Mübaha ormanlar, Allah vergisi bir kaynak olarak herkesin dilediği zaman ve miktarda, hiçbir kısıtlama olmaksızın serbestçe yararlanabileceği yerlerdir. Cibal-i Mübaha’daki ormanlar Orman Nizamnamesi kapsamında değildir. ‘Cibal-i Mübaha’ olarak kabul edilen, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu ormanların bazı bölümlerinin intifa(kullanma) hakkı belli şartlarla, vatandaşlara ve vakıflara bırakılması mümkündür.
            1870 Tarihli Orman Nizamnamesinde, ormanlar:1-Devlete ait ormanlar,2-Vakıflara ait ormanlar,3-Kasaba veya kur'aya ait baltalıklar,4-Şahısların elinde bulunan korular, olarak dört kısma ayrılmıştır.

            II-Türkiye Cumhuriyeti Dönemi:

1-1924 Anayasası Değişikliği Sonrası Dönem:
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ormanlar üzerinde özel mülkiyetin kabulüne izin veren Osmanlı geleneğinin devam ettirildiğini görmekteyiz.
Kurtuluş savaşı yıllarında orman köylüsünün ağır ekonomik koşullarının iyileştirilmesine yönelik olarak kabul edilen, 19 Ekim 1920 tarihinde yürürlüğe giren 39 sayılı Baltalık Kanunu ile öteden beri geçimini odunculuk, kömürcülükle sağlayan orman köylüsüne ormanlardan daha fazla yararlanmaları için bazı ilave imkanlar tanınmıştır. Bu kanun uzun süre yürürlükte kalmamış 1924 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.
Ormanların devletleştirilmesine anayasal zemin hazırlamak amacıyla 05.02.1937 tarihli ve 3115 sayılı Kanun’la 1924 Anayasasının kamulaştırmayı düzenleyen 74. Maddesi değiştirilerek ormanların devletleştirilmesine yasal zemin oluşturulmuştur. Bu değişikliğe göre; ormanların Devlet tarafından idare edilmesi için yapılacak kamulaştırmalar ve kamulaştırma bedelleri ile bu bedellerin ödenme şekli özel kanunlarla düzenlenecektir.

-3116 Sayılı  Orman Kanunu

1924 Anayasasında yapılan değişiklik doğrultusunda 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’nun geçici 1. Maddesiyle özel mülkiyette bulunan ve belli bir büyüklüğün üzerinde olan ormanların devletleştirilmesi öngörülmüştür Ancak, 3116 sayılı Kanun ormanlar üzerinde özel mülkiyeti tamamıyla reddetmiş değildir.
3116 Sayılı Kanun Türk ormancılık tarihinde devrim olarak kabul edilmektedir. Kanun ormancılık alanında yeni esaslar getirmiştir, özellikle devlet orman mülkiyeti ve işletmeciliğine geçiş ile parasız yararlanma (Cibal-i Mübaha) hakkının ortadan kaldırılması açılarından önemlidir. Prof. Dr. Cantürk GÜMÜŞ tarafından hazırlanan ‘Türk Orman Devrimi’ adındaki kitabın ön sözünden alınan pasaj aynen şöyledir: “ ‘Türk Orman Devrimi’ başlıklı bu kitap, Türkiye ormancılık tarihinin en önemli yazılı belgesi ve ülkemizin çağdaş ormancılığa geçişinin simgesi olan 3116 sayılı Orman Yasasını incelemek amacıyla yazılmıştır. Yasa, Atatürk’ün son devrimidir. Nasıl bir devrim olduğunun anlaşılması için, neyi, nasıl değiştirdiğinin incelenmesi gerekir. Bu nedenle kitapta öncelikle Osmanlı dönemindeki ormancılık anlayışı ele alınmıştır.”

3116 Sayılı Kanuna göre ormanlar dört kısma ayrılmıştır:

1-Devlet Ormanları, 2-Umuma mahsus ormanlar (Köy,Belediye,Hususi İdareler), 3-Vakıf Ormanları, 4-Hususi ormanlar,

-4785 Sayılı Kanun,  Ormanların Devletleştirilmesi

Ormanların, devlet mülkiyetine geçirilmeden korunamayacağı düşüncesinden hareketle 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı Kanunla, tüm ormanlar ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirilmiştir. Kanunun gerekçesinde, ormanların toplumun bütününe hitap eden faydalara sahip olduğu, bu faydaların devlet tarafından tüm halka eşit şekilde dağıtılması gerektiği, ormanların işletilmesinin büyük sermaye gerektirdiği, bu nedenlerle ormanların devlet mülkiyetine geçirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kanunun 1. maddesine göre, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte gerçek veya tüzel ve özel kişilere, vakıflara, köy, belediye, özel idare gibi kamu tüzel kişiliklerine ait ormanların tamamı, birkaç istisna hariç, Kanunun Resmi Gazetede yayınlanma tarihinde devletleştirilmiş sayılmıştır. Devletleştirme bedeli arazi vergisine matrah olan bedel olarak belirlenmiştir. Ancak, bu şekilde belirlenen bedel 1936 yılı arazi vergisine matrah olan değerin iki katını geçemeyecektir. 1961 Anayasasıyla, Anayasa Mahkemesi oluşturulunca bu Kanun Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve devletleştirme bedeline ilişkin hüküm Anayasadaki ‘gerçek değer’ esasına uymadığından Anayasaya aykırı bulunarak 23.06.1963 tarihli ve E: 1963-141, K:1964-50 sayılı karar ile iptal edilmiş, 4785 sayılı Kanunun diğer hükümlerinin ise Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
4785 Sayılı Kanundaki, ormanların ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirileceğine dair hükmün, 1961 Anayasasına aykırı olduğu iddiasıyla mahkemelerce ve bazı siyasi parti gruplarınca açılan davalar ve daha sonra 1982 Anayasasına aykırı olduğu iddiasıyla açılan davalar Anayasa Mahkemesince reddedilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 19.02.1985 tarihli ve E:1984-15, K:1985-5 sayılı kararı). Anayasa Mahkemesi, ormanların ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirileceğine dair hükmün bir zorunluluktan kaynaklandığına ve kamu yararına olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararları incelendiğinde, mahkemenin 4785 sayılı Kanunun iptaline yönelik kararlarının gerekçesini yazarken zorlandığını anlamak zor değildir.
1950 Yılında kabul edilen 5658 sayılı Kanunla, 4785 sayılı Kanunla özel şahıslara ait  olup devletleştirilen ormanların iadesine imkan tanınmışsa da verilen sürenin kısa tutulması ve talep şartına bağlanması nedeniyle iade uygulaması son derece kısıtlı olmuştur. Ancak, az da olsa bazı kişiler, 5658 sayılı Kanundan istifadeyle, devletleştirilen ormanlarını geri almışlardır. Bugün mevcut özel ormanlar bunlardır. 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen ormanların içinde veya bitişiğinde yer alan, köy halkının tarım yaptığı küçük tarlalar da devletleşmiş sayıldığından orman köyleri halkı mağdur olmuştur. Bu kişiler en fazla mağdur olan gruptur. 
4785 Sayılı Kanuna ve bu Kanun uygulamasına yapılan itirazlar şu ana başlıklar altında toplanabilir:
1) Hiçbir işleme ve bildirime gerek olmaksızın devletleştirilmiş sayılan özel ormanların kanunda yazılı bir yıllık süre içinde müracaatta bulunulmadığı için devletleştirme bedeli de ödenmeyen özel ormanların Hazine adına tescil edilmesi.
2)Devletleştirme bedelleri ödenmiş olsa da, ödemelerin gerçek değerin çok altında ve uzun vadede yapılması.
3)Devletleştirilen ormanlardan (2/B olarak), orman vasfında olmadığı için daha sonra orman dışına çıkarılan yerlerin önceki sahiplerine iade edilmemesi.
Devletleştirme işlemi, 4785 sayılı Kanunun Resmi Gazetede yayımlandığı gün orman idaresinin tapu siciline yazdığı yazı ile yapılmıştır. Oysa, devletleştirilen tapuların bazıları sadece orman alanını kapsamamakta aynı tapu sınırları içinde tarım arazileri de vardır. Devletleştirmeden sonra yapılan orman kadastrosu ile orman tahdit sınırları belirlenmiş, ancak orman vasfında olmayan tarım arazileri de, ormanla birlikte, devletleştirildiği gerekçesiyle devlet malı sayılarak Hazine adına tescil edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, orman olmadığı halde aynı tapu kapsamında kalan tarım arazileri de devletleşmiş sayılmış ve buna göre işlem görmüştür. Devletleşmiş sayılan bu arazilerin bir bölümü daha sonra orman idaresince 2/B olarak orman dışına çıkarılıp işgalcilerine para ile satılmıştır. Bu şekilde satılan arazi miktarına ilişkin veri bulunmamaktadır.
4785 Sayılı Kanun, kendisinden beklenen amaca da tam olarak hizmet etmemiştir. Kanunun yayımı tarihinden sonra birçok orman yangınının çıkması tesadüf olamaz.
1970 Yılına gelindiğinde, başta İstanbul olmak üzere, gecekondu sahipleri ve diğer şahıslar tarafından işgal edilen orman alanlarının 2B kapsamında orman dışına çıkarılmasına imkan sağlamak için Anayasa değişikliği yapılmak zorunluluğu doğmuştur. 
Devletleştirme sonucu Hazine tapusu altına alınan orman alanlarının daha iyi korunacağı fikrinden hareketle çıkarılan 4785 sayılı Kanun kendisinden beklenen koruma işlevini görmemiş, pek çok kişinin mağduriyetine neden olmuştur. 

II-ORMAN DIŞINA ÇIKARMA İŞLEMLERİ

1961 Anayasasında 1970 yılında yapılan değişiklik öncesi de, orman sınırları dışına çıkarma uygulamaları var ise de bunlar, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun uygulaması gibi çok kısıtlı olarak yapılmıştır.
Yukarıda da açıklandığı üzere, 1961 Anayasasındaki ormanların korunmasıyla ilgili katı hükümler 1970 yılında yapılan değişiklikle esnetilerek “Bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş…” yerlerin orman sınırları dışına çıkarma uygulamasına imkan tanınmıştır. Milat olarak da 1961 Anayasasının yürürlüğe girdiği 15.10.1961 tarihi esas alınmıştır.
Anayasa değişikliği sonrası 1973 yılında yürürlüğe giren 1744 sayılı Kanunla 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi değiştirilmiş ve ilk defa orman sınırları dışına çıkarma işleminin yasal temeli oluşturulmuştur. Bu kanunda, daha önce bedel ödenmeden devletleştirilen ormanlardan 2B kapsamında orman dışına çıkarılan yerlerin eski sahiplerine iadesi öngörülmüştür. Böylece 4785 sayılı Kanunun yarattığı haksızlığın kısmen de olsa giderilmesi sağlanmıştır. Ancak, daha sonra kabul edilen kanunlarda bu hükme maalesef yer verilmemiştir.
31.12.1982 Tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da 1961 Anayasasındaki hüküm korunmuş bu defa milat olarak 31.12.1981 tarihi esas alınmıştır. 1983 yılından itibaren kabul edilen 2896, 3302, 3373 ve 4999 sayılı Kanunlar kapsamında orman sınırları dışına çıkarma işlemleri sürdürülmüştür.
2018 Yılında Orman Kanununa eklenen ‘Ek Madde:16’ ile orman dışına çıkarma işlemleri yeni bir boyut kazanmıştır. Bu Maddeye göre, Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenen alanlar orman dışına çıkarılıp Hazine adına tescil edilebilecektir. Bu şekilde orman dışına çıkarılan alanın iki katı kadar Hazine arazisi Orman ve Köy İşleri Bakanlığına ağaçlandırılmak üzere tahsis edilecektir. Burada, orman dışına çıkarılacak arazilerin orman vasfını ne zaman kaybettiğinin önemi yoktur yani bir milat söz konusu değildir.
2924 sayılı Orman Köylülerinin Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun :
Bu Kanun kapsamında bazı orman köylüsüne orman dışına çıkarılan arazi satışı yapıldıysa da uygulama çok kısıtlıdır. Diğer bir ifadeyle, bu kanun uygulaması çeşitli nedenlerle başarılı olmamıştır. 1973 Yılından itibaren orman dışına çıkarılan yerlerin satışını düzenlemek amacıyla kabul edilen kanunlar ya Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş veya Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, bir kez daha görüşülmesi için, Cumhurbaşkanınca Türkiye Büyük Millet Meclisine iade edilmiştir
Orman dışına çıkarılan arazilerin satışını düzenleyen en geniş kapsamlı kanun 2012 yılında kabul edilen 6292 sayılı Kanundur. Bu kanunun iptali için siyasi parti gruplarınca, mahkemelerce veya Cumhurbaşkanınca Anayasa Mahkemesine gidilmediğinden kanun halen yürürlüktedir. Kanuna göre, orman dışına çıkarılan taşınmazlar 31.12.2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenlere satılmaktadır.

III- DEVLETLEŞTİRİLEN ORMAN ARAZİLERİ VE İSTANBUL HAVA ALANI

Yukarıda, Türkiye’de orman mülkiyetinin tarihsel gelişimi ve orman dışına çıkarma uygulamaları kısaca özetlenmiştir. Zira bu süreç anlaşılmadan İstanbul Havaalanı arazisinin kamu eline nasıl geçtiğini anlamak ve anlatmak zor olacaktı. Aşağıda, İstanbul Havaalanı’nın yer aldığı orman arazilerinin devletleştirme sürecini kısaca açıklayıp, konuyla ilgili görüşümüzü paylaşacağız.
İstanbul Havaalanı’nın inşa edildiği arazinin tamamına yakını (%97 si) orman arazisi üzerinde, büyük bölümü de1945 yılına 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen orman arazileri üzerinde yer almaktadır. Hava Alanı ÇET raporuna göre toplam 7650 hektarlık alanın 6172 hektarını orman, 660 hektarını göl, 236 hektarını mera alanı oluşturmaktadır. Göl ve mera alanları da tapu kaydında orman tapusu içinde yer aldığından hava alanı için kamulaştırılacak alan toplam alanın yüzde üçünden daha azdır.
Tapu kayıtlarına göre, Havaalanı’nın kapladığı orman alanı,    
 Mazharpaşa Ormanı, Kulakçayır Vakıf Ormanı, Yeniköy Devlet Ormanı, Tayakadın Köyü Ormanı, Alantepe ve Tilkiköy Çiftliği ormanlarından oluşmaktadır. 4785 sayılı Kanunla Devletleştirilen bu ormanların devletleştirme öncesi mülkiyet durumları ve devletleştirme kayıtları şöyledir.
 Mazharpaşa Ormanı: Mustafa Reşit Paşa varislerinden Mehmet Cemil Paşa ve diğer varislerin özel mülkiyetinde iken 21.03.1944 gün ve 5660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ilanla orman tahdit sınırları belirlenmiş, 14.07.1947 tarihli olur la 15.420.-lira ödenerek devletleştirilmiştir (424 hektar,6268 metrekare ).

Kulakçayır Vakıf Ormanı:  Gülşirin Daye Hatun Vakfı adına tapuda kayıtlı iken 24.02.1947 tarihli olurla 92.940.-lira ödenerek devletleştirilmiştir(1015 Hektar).

Yeniköy Devlet Ormanı: Maliye Hazinesi kayıtlı olduğundan  Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir . Devletleştirildiğine dair bilgi edinilememiştir (1175 hektar, 5000 metrekare).

Alantepe ve Tilkiköy Çiftliği Ormanları:Bu ormanların Devletleştirme kayıtlarına tarafımızdan ulaşılamamıştır.

Tayakadın Köyü Ormanı: Tayakadın Köyünden 101 kişi tarafından 1932 yılında satın alınan özel orman vasfındaki tapu, 919 hektar ve 3024 metrekare olarak Eylül 1949 tarih ve 18 yevmiye no ile tapudaki alanı üzerinden devletleştirilmiş, Devletleştirme bedeli ödenmemiştir. Mahkeme kararlarından  da devletleştirme bedeli ödenmediği anlaşılmaktadır.
Devletleştirilen tapunun orman tahdidi dışında kalan köy yerleşik alanı ve tarım arazileri Orman Genel Müdürlüğünce yapılan kadastroyla 2B kapsamında orman dışına çıkarılmıştır. Ancak, 2B arazilerinin satışını düzenleyen 6292 sayılı Kanunda, orman dışına çıkarılan arazilerin eski sahiplerine iadesine ilişkin hüküm olmadığından, köylüler oturdukları evlerin ve tarlalarının tapularını ikinci defa parayla satın almak durumundadırlar. Evlerini tekrar satın almak için müracaat eden köylülerin talepleri bu defa, parsellerinin ‘İstanbul Avrupa Yakası Rezerv Yapı Alanında kaldığı gerekçesiyle Devletçe kabul edilmemiştir.

IV-DEĞERLENDİRME VE SONUÇ:
İstanbul’un imarı için bir anayasa niteliğinde olan ve 2009 yılı haziran ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edilen 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda “İstanbul’un geleceğini korumanın ilk şartı, kuzeydeki ormanların ve su havzalarının yaşatılmasıdır. Bunun için kentin kuzeye doğru büyümesi kesinlikle engellenmelidir.” ibaresi yer almaktadır. Bu planda, 3. Havaalanının Silivri İlçesi sınırları içinde yapılması için yer ayrılmıştır. Bu plan 2013 yılında değiştirilerek İstanbul Havaalanı bugünkü yere inşa edilmesine imkan sağlanmıştır.
Son 50-60 yıl içinde İstanbul’un nüfusu 8-9 kat artmış, ağaçlandırılan alanlar hesaba katılsa bile, şehrin Avrupa yakasındaki dikili orman alanı en az 9-10 bin Hektar azalmıştır.
Yukarıdaki açıklamalarımıza göre, aşağıdaki soruların cevabını okuyucuya bırakıyorum.
-İstanbul Havaalanı neden İstanbul’un kuzeyinde yer alan orman arazileri üzerine inşa edilmiştir?
-Mevcut yer, teknik değerlendirmelere göre en uygun yer midir? Diğer bir ifadeyle, mevcut yer teknik olarak Silivri’den daha uygun mudur? Yoksa, yer seçiminde belirleyici neden arazi istimlak maliyetinin sıfıra yakın olması mıdır?
-İstanbul Havaalanı’nın inşa edildiği orman alanları 1945 yılında devletleştirilmeseydi, havaalanı yine aynı yere inşa edilir miydi?
İstanbul Havaalanı, devletleştirilen orman arazileri üzerine inşa edildiğinden, arazi istimlak maliyeti yok denecek kadar azdır. Ancak, İstanbul Havaalanı’nın sosyal maliyeti(Dışsal Maliyet)çok yüksektir. Bu maliyeti gelecek nesiller ödeyecektir. Bu arada bölge insanının hak kaybı nasıl telafi edilecektir bunu bilemiyoruz. 





Yararlanılan Kaynaklar:
1)    Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması ( Kitap-Prof. Dr.Halil CİN)
2)    Tanzimattan Sonra Türkiye’de Ormanların Hukuki Rejimi (Makale- Prof. Dr.Halil CİN)
3)    Orman ve Arazi Mülkiyeti Uyuşmazlıkları (Kitap-Prof.Dr. Yusuf GÜNEŞ)
4)    Orman hukuku(Kitap-Prof.Dr. Yusuf GÜNEŞ)
5)    Türk Orman Devrimi(Kitap-Prof.Dr.Cantürk GÜMÜŞ)
6)    Türkiye’de Orman Mülkiyeti, Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Makale Hüseyin AYAZ, Prof.Dr. Cantürk GÜMÜŞ)
7)    Anayasa Mahkemesi ve Diğer Mahkemeler Kararları
8)    Sair yasal mevzuat

3 Ekim 2019 Perşembe

ÜÇ BÜROKRAT FIKRASI

İKİ ASLAN

Üç bürokrat fıkrası da ben yazayım dedim, belki duymayan da vardır.

Bir gece, Ankara hayvanat bahçesindeki aslanların kafesi açık unutulunca kafesteki iki aslan firar eder. Emniyet güçleri uzun aramalardan sonra çalılıkların arasında saklanan aslanı kısa sürede yakalayıp kafesine koyarlar. Diğer aslan bütün aramalara rağmen aylarca bulunamaz. Nihayet, aslanın bir bakanlığın bodrum katında saklandığının farkına varılır ve yakalanıp diğer aslanın yanına getirilir.
Önce yakalanan aslan sorar: “Ben yakındaki çalıların arasında saklandım, kedi -köpek gibi hayvanları yakalayıp yedim, ama bir ay içinde beni buldular. Sen aylarca nerede saklandın, ne yedin ne içtin”
Sonra yakalanan aslan: “Ben bir bakanlığın bodrumundaki arşive girmişim, arada bir bodruma inen memurları, bürokratları yakalayıp bir kenarda yedim, uzun süre böyle idare ettim, kimse fark etmedi”

Önce yakalanan aslan: “Peki nasıl fark ettiler”

Sonra yakalanan aslan : “Yanlışlıkla çaycıyı yiyince fark ettiler”

CENNET

Cennete yeni gelen müdavimler ortalıkta dolaşan bir ayıyı görünce, ayının cennete yakışmadığını değerlendirip ayıyı cennetten kovmaya kalkarlar.
Eski müdavimler: “Hey arkadaş o ayıya sakın dokunma, o hepimizden çok cenneti hak etti ” deyip karşı çıkarlar.
Yeni gelenler sorar: “Ne yapmış ki?”
-O sağlığında bir bürokrat yedi.

PAPAZ

Bir papaz ile maliyeci aynı gün ölürler. Papaz cehenneme maliyeci cennete gider. Papaz bunu kendine yediremez ve görüşme talebinde bulunur:
“Sayın melek, ben altmış sene hep insanları dua ettirdim durdum, öyle iken beni cehenneme maliyeciyi cennete koydunuz”
Melek: “tamam ama, millet seni dinlerken uyuklar dururdu; oysa maliyeci nereyi denetlemeye kalksa oradaki herkes bildiği bütün duaları okuyordu” (Mali Mizah –E.Kumcuğlu)
Hikaye çok ama yerim dar. Gülümsemeniz eksik olmasın

SALOMON VE MİŞON

Mişon heyecanla Salomon'un dükkanına girer;

- (M) Salomon, Salomon maliyecilerin en son vergi kanununu duydun mu?

- (S)Hayır duymadım.

- (M) Sorma kardeşim, Şimdi de üç taşağı olanların birini vergi diye alacaklarmış. Gitti benim taşağın biri.

- (S) Beni ilgilendirmez, ben de üç tane yok. Mişon sende üç tane olduğunu bilmiyordum.

- (M) Tabii ki bende de iki tane Salomon.

- (S) O zaman bu heyecan niye?

- (M) Ah Salomon cahil cahil konuşuyorsun. Bilmez misin ki onlar önce alırlar sonra sayarlar.




Hz.ÖMER


Hz.ÖMER

Hz Ömer halife seçildiğinde devlete ait paralar, değerli madenler, diğer kıymetli eşyalar ve kutsal emanetler kendisine teslim edilir. Kutsal Emanetler arasında güzel kokular, esanslar da vardır. Bir gün, Hz Ömer, karısının güzel koktuğunu fark eder ve karısının devlet malı olan kokulardan süründüğünü düşünerek karısını azarlar.

Karısı, buna şiddetle itiraz ederek, kokulardan sürünmediğini söyler. İtiraz üzerine Hz Ömer karısına dönerek: “Ama kokuyorsun bu nasıl oluyor” der.

Karısı, kutsal emanetlerin saklandığı odada temizlik yaptığını, bu nedenle odanın kokusunun üzerine sinmiş olabileceğini söyler. Hz Ömer olayın karısının söylediği gibi olup olmadığını araştırır, karısının doğruyu söylediğine kanaat getirir ve karısına dönerek:
Esansları sürünmesen de kokusu üzerine sinmiş ve sen farkında olmadan o kokulardan istifade etmiş oluyorsun. Esanslar devletin malı, devletin malının kokusu bile üstüne sinmemeli, git yıkan.” der.

B

İHTİYAÇ DIŞI KALAN ASKERİ ARAZİLER NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ


İHTİYAÇ DIŞI KALAN ASKERİ ARAZİLER NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ

Devletin gelir ihtiyacının arttığı dönemlerde, Milli Savunma Bakanlığına askeri amaçla kullanılmak üzere tahsis edilen veya geçmişten beri askeri amaçla kullanılan mevki rantı yüksek Hazine arazilerinin satılarak, takas veya hasılat paylaşımı yöntemiyle değerlendirilerek genel bütçeye veya bazı fonlara ek gelir sağlanması geçmişte de düşünülmüştür. Ancak, askeri arazilerin tahsislerinin kaldırılmasındaki güçlükler, imar planlarının olmaması, sit alanı içinde kalmaları gibi nedenlerle bu arazilerin satışı, bazı istisnalar dışında, gündeme gelmemiştir. Askeri arazilerin satışını zorlaştıran en önemli nedenler arasında; Askeri garnizonların kurulduğu araziler genellikle ağaçlandırıldıklarından tahsis amaçlarının yanı sıra büyükşehirlerin yeşil alan ihtiyacına da katkı sağlaması, askeri cenahtan, sivil toplum örgütlerinden ve vatandaşlardan gelebilecek tepkiler de sayılabilir.

Askeri arazilerin satışını düzenleyen 189 sayılı Kanun, askeri arazilerin satışından elde edilecek gelirin askeri garnizonların inşası için harcanmasına imkan veren özel hükümler getirdiğinden, bu kanun kapsamında yapılan satışlara Milli Savunma Bakanlığından pek itiraz gelmemiştir.

Ülkemizde, Hazine arazilerinin işgalini önlemeye yönelik yasal düzenlemeler olmasına rağmen, Hazinenin özel mülkiyetindeki ve devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler büyük ölçüde işgale uğramıştır. İşgale uğrayan Hazine arazilerinin işgalcilere satışına imkan veren af mahiyetindeki yasal düzenlemeler de Hazine arazilerinin işgalini daha da hızlandırmıştır, Hazine taşınmazlarının işgalcilerine satışını düzenleyen kanunlar kapsamına askeri amaçla kullanılan araziler alınmadığından ve bu araziler iyi korunduklarından işgale uğramadan günümüze kadar gelebilmişlerdir.

Askeri amaçlarla tahsis edilen Hazine taşınmazlardan ihtiyaç dışı kalanların satılarak elde edilen gelirin Milli Savunma Bakanlığı bütçesine özel gelir ve özel ödenek kaydedilerek belli amaçlar için harcanmasına imkan veren 189 Sayılı MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI İSKAN İHTİYAÇLARIİÇİN SARFİYAT İCRASI VE BU BAKANLIKÇA KULLANILAN GAYRİMENKULLERDEN  LÜZUMU KALMAYANLARIN SATILMASINA SELAHİYET VERİLMESİ HAKKINDA KANUN 28.12.1960 günü kabul edilerek 02.01.1961 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası oluşturulan Milli Birlik komitesince kabul edilmiş olan kanun önemli değişiklik olmaksızın halen yürürlüktedir. Bu Kanun emsal gösterilerek diğer bakanlıklara tahsisli taşınmazların satışından elde edilecek gelirin de ilgili bakanlığın bütçesine özel ödenek kaydedilerek harcanmasına imkan veren benzeri kanun tasarılarının kabul edilmesi için bazı bakanlıklarca girişimde bulunmuşsa da sonuç alınamamıştır.

189 sayılı Kanuna göre askeri arazilerden ihtiyaç dışı kalanların satışından elde edilecek gelir, Askeri garnizonlarla bu garnizonlar için lüzumlu müştemilat ve mütemmimat ile her türlü arsa, bina satın alınması veya kamulaştırılması, mevcutlarının esaslı onarımı, genişletilmesi ve iyileştirilmesi, acil silah ihtiyacının karşılanması ve 3238 sayılı kanunla kurulan Savunma Sanayi Destekleme Fonuna transfer edilmesi için Milli Savunma Bakanlığı bütçesine özel ödenek kaydedilerek harcanmasına imkan vermektedir. Bu kanuna göre, inşaat işleri için yapılacak harcamalar Devlet İhale Kanununa tabi olmaksızın yapılabilecektir.

189 sayılı Kanunun kabul edildiği 02.01.1961 tarihinden sonra Milli Savunma Bakanlığına tahsis edilmiş araziler bu kanun kapsamında değildir. Bu kapsamda yapılan satıştan elde edilecek gelirin tamamının 189 sayılı Kanun kapsamında harcanması şart değildir. Satıştan elde edilecek hasılatın bir bölümü bütçeye gelir kaydedilebilir. İstanbul ve Ankara’daki arazilerin tamamına yakınının 1961 yılı öncesinde Milli Savunma Bakanlığına tahsisli olduğu bilinmektedir. Buna göre, basında yer alan İstanbul’daki değerli askeri arazilerin tamamına yakınının 189 sayılı Kanun kapsamında olduğu söylenebilir.
Askeri arazilerin satışından elde edilen gelir her ne kadar bütçe içinde harcanıyor olsa da, bu durum bütçe uygulama prensiplerine aykırıdır. Bu nedenle, Maliye Bakanlığı 189 sayılı Kanun uygulamasına pek sıcak bakmamıştır. Buna rağmen, Maliye bakanlığının da oluru ile belediyelere ve kanunda yazılı müesseselere, askeri arazilerden ihtiyaç dışı kalanların satışı yapılmıştır.

Askeri amaçlarla tahsis edilen taşınmazlardan tahsis amacı kalmayanların tahsisi Maliye Bakanlığınca kaldırılabilir. Bu durumda askeri amaçla kullanılan taşınmazlar 189 sayılı Kanuna tabi olmadan genel hükümlere göre yönetilir veya satılır.

31.05.2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un verdiği yetki kullanılarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının talebi üzerine 189 sayılı Kanun ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kapsamında bulunan yerler de dâhil olmak üzere, riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarında Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar Cumhurbaşkanı kararıyla Bakanlığa tahsis edilir veya anılan Bakanlığın talebi üzerine TOKİ’ye veya İdareye bedelsiz olarak devredilebilir. 6306 sayılı Kanunla askeri arazilerin tamamının yapılaşmaya açılması eskiye oranla çok daha kolaylaşmıştır.

İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında (Endaht) atış mektebi olarak kullanılmış arazilerin her biri binlerce dekarın üzerindedir. Bugün Başakşehir ve Bağcılar belediyesi sınırları içinde kalan atış okulu arazisinin büyük bir bölümüne 80’li yıllarda küçük sanayi sitesi (İSTOÇ) ve çevre yolları inşa edilmiştir. Kalan kısım da 2013 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla ‘rezerv konut alanı’ olarak ayrılmıştır. Yine, 12 Eylül 1980 sonrası dönemde 189 sayılı Kanun uygulamasıyla, İstanbul’daki Milli Savunma Bakanlığına tahsisli olup da kullanım dışı kalan bazı değerli askeri arazilerin tahsislerinin kaldırılarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi vasıtasıyla bazı konut kooperatiflerine satıldığını biliyoruz.

İstanbul ve Ankara’da, şehrin en değerli semtlerinde geçmişte askeri amaçlarla kullanılan ancak günümüzde askeri amaçlarla kullanımı kalmayan yüzlerce Hazine taşınmazı vardır. İstanbul’daki en değerli askeri araziler arsında Hadımköy’deki araziler, Zekeriyaköy 15. Hava Üs Komutanlığı, Ayazağa Jandarma Komutanlığı, Habipler Kışlası, Çekmeköy Kışlası, Maltepe Kışlası, Halkalı Atış Okulu sayılabilir. Bunların dışında şehir içinde kalan çok değerli askeri kışlalar da vardır. Ankara’daki değerli olan araziler arasında ise Mamak ve Etimesgut’daki askeri arazilerdir.
İstanbul ve Ankara’daki askeri amaca tahsisli arazilerinin çevresindeki Hazine taşınmazları işgale uğramış ve büyük ölçüde yapılaşmaya açılmış olmasına rağmen, askeri garnizonların bulunduğu araziler işgale uğramadan bu güne kadar gelebilmiştir. Bu arazilerin büyük bölümü ağaçlandırılmış olduğundan şehirlerin yeşil alan ihtiyacına da cevap vermektedirler.

Önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Özhaseki’nin basında yer alan bir konuşmasında:“Askeri alanlar biraz netameli bir konu ama şehrin içerisinde kalmış ve yeşilse yüzde yüz park olacak. Şehrin çeperlerinde topçu birlikleri var. Top, tüfek, atış sesine insanların tahammülleri yok. İki tane ağaç da yok. O zaman bu askeri alanların kentsel dönüşümde kullanılması doğru” denmektedir. Askeri arazilerin satışının netameli olduğu görüşü doğrudur. Temennimiz odur ki, askeri araziler Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi, hiç olmazsa ağaçlandırılmış olanların tamamı, park alanı olarak ayrılır. Bu alanların geri kazanımının mümkün olmadığı da düşünülerek, son kalan bu arazilerin hangi amaçlarla kullanılması gerektiğine merkezi idarenin değil yerel yönetimlerin veya bölgede yaşayan kişilerin karar vermesi bize göre en doğru yol olacaktır.

İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alanın 2-3 metrekare civarında olduğu hesaplanıyor. Bu rakam Roterdam’da 28.9, New York’da 23.1, Madrid’de 14.0, Paris’de 11.5, Tokyo’da 3.9 olarak hesaplanmaktadır.

Askeri arazilerin, Büyükşehirlerde kamunun elinde kalan son yeşil alanlar olduğunu, bu nedenle gözümüz gibi korumamız gerektiğini söylemeye gerek yok. Ekonomik krizler gelir geçer, ancak yok olan yeşil alanlar bir daha geri gelmez. İstanbul yeterinden fazla taşlaştı, bundan sonra kamulaştırarak yeni yeşil alanlar yaratamayacağımıza göre kamunun elindeki boş alanların yeşil alan olarak ayırmamız şart.

Yazımı bir hikaye ile sonlandırmak isterim: Bundan 40 yıl önce, bir toplantıda dinlediğim çevre gönüllüsü Alman orman Profesörü bize şöyle diyordu: “Ülkenizdeki yeşil alanları ve tarım alanlarını hızla yok ediyorsunuz. Biz de Almanya’da aynı hataları yaptık. Tarım arazilerine fabrikalar inşa ettik. Hatamızın farkına vardığımızda geri dönülmez noktadaydık. Türklerin bin yıl kadar önce Orta Asya bozkırlarından gelip Anadolu’yu yurt edindiklerini biliyorum. Bundan sonra yurt edinebileceğiniz yeni yerler olmayacak

Genç neslin, İstanbul’un eski yeşil dokusunu görmediğinden, yeşil alanlara yeterince sahip çıkmadığını düşünüyorum. Şehirlerimizin, yeni binalar yaptıkça güzelleşeceğini sandık ve bununla övündük. Şimdi yanıldığımızı anladık. Gidişata dur demenin zamanı çoktan geldi ve geçti.
Hazineye ait taşınmazların ekonomiye kazandırılmasına tümden itiraz edemeyiz, zira Devlet de kendi malını en iyi şekilde değerlendirmek isteyecektir. Ancak, bilhassa İstanbul’da kamunun elinde kalan bu son yeşil alanların yeniden geri kazanımının mümkün olmadığı gerçeği ve şehrin yeşil alan ihtiyacı dikkate alınarak, son kalan askeri alanların ve diğer kamu alanlarının büyük bölümünün yeşil alana ayrılması için yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar olarak kamuoyu baskısı oluşturma gayreti içinde oluruz.

İnşallah, son İstanbul depremi bu konuyu tekrar gündeme getirip tartışmaya açar da, bir ümit kamu elinde kalan son yeşil alanlar yapılaşmaya açılmaz.

Halit DEMİR
28.09.2019

    1941.   İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.   Barbarossa Harekatı başladı, Sovyetler Birliği'nin Nazi Almanyası tarafından işgal edilme ...