14 Aralık 2019 Cumartesi

TÜRKİYE'DE ORMAN MÜLKİYETİ VE İSTANBUL HAVA ALANI ARAZİSİNİN KISA HİKAYESİ




TÜRKİYE’DE ORMAN MÜLKİYETİ VE İSTANBUL HAVAALANI ARAZİSİNİN 
KISA HİKAYESİ
Son günlerde, İstanbul Havaalanı inşaatı ve yer seçimiyle ilgili haberler ve tartışmalar basında ve sosyal medyada sıklıkla yer almaktadır. Havaalanı inşaatının ilk fazı tamamlanıp hizmete açıldığından bu tartışmaların günümüze pek faydası olmasa da, ileride İstanbul’daki orman arazileri üzerinde yapılacak yatırımlarda ‘kamu yararı’ kararı alınırken dikkate alınmasını dileriz. Yaşadığımız korona salgını Türk toplumunun çevre koruma bilincini ve algısını biraz olsun değiştirir de, ormanların ve yeşil alanların kullanılması konusunda toplum bundan böyle daha hassas olur.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 169. Maddesinin ikinci fıkrasında: “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.” denilmektedir. Bu maddeye göre, orman arazilerinin mülkiyeti devir edilememektedir, ancak kamu yararı kararı alınıp orman arazileri üzerinde uzun süreli irtifak hakkı kurularak orman arazileri üzerinde her türlü yatırım yapılabilmektedir. İstanbul Hava Alanı da, kamu yararı kararı alınarak, orman arazileri üzerinde irtifak hakkı kurulmak suretiyle inşa edilmektedir.
Bu yazımızda, ülkemiz orman varlığının korunması bağlamında, orman mülkiyetinin tarihi gelişimi, orman dışına çıkarma işlemleri ve tapu kaydına göre orman vasfında olan İstanbul Hava Alanı arazisinin mülkiyeti hakkında özet bilgiler vererek konuyla ilgili görüşlerimizi aktaracağız.

I-ÜLKEMİZDE ORMAN MÜLKİYETİNİN  TARİHİ GELİŞİMİ

Ülkemizde orman mülkiyetinin tarih içindeki gelişimiyle ilgili açıklamalara geçmeden önce ‘orman’ tanımı üzerinde kısa açıklama yapalım: Orman tanımı ‘biyolojik’ ve ‘hukuksal’ açıdan yapılmaktadır. Orman Kanununda:“Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları, yerleriyle birlikte orman sayılır” denilmektedir. ‘Ağaç’,‘Ağaççık’ tanımları yönetmeliklerde yapılmıştır. Bu tanıma göre bir yerin orman olup olmadığına veya orman vasfını kaybedip kaybetmediğine orman mühendislerinin de içinde bulunduğu kadastro komisyonları karar vermektedir. Bize göre bu komisyonların hiç olmazsa SİT alanlarını belirleyen komisyonlar kadar özerk olmalarında fayda var. Bu komisyonlar sadece memurlardan oluşmamalıdır.
Bu kısa açıklamalardan sonra, ülkemizde orman mülkiyeti kavramı ve gelişimi üzerine özet bilgileri Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi ayrımı üzerinden vereceğiz:
           
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi:  
1)Tanzimatın ilanına kadar olan dönem( Cibal-i Mübaha Dönemi)
 2)Tanzimatın ilanı,
 3)1858 Arazi Kanunnamesi,
           

            Cumhuriyet Dönemi:
     1)1924 Anayasasında değişiklik ve 1937 tarihli 3116 sayılı Orman Kanununun kabulü,
     2)1945 yılında ormanların devletleştirilmesine ilişkin 4785 sayılı Kanunun kabulü,
     3)1956 yılında 6831 sayılı Orman Kanununun kabulü,
      4)1961 ve 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının kabulü ve orman dışına çıkarma.

Bu dönemler kendi içinde fazlara ayrılabileceği gibi dönem sayısı artırılabilir. Bu ayrıma göre konuyu kısaca açıklamaya çalışalım:



 I) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi:           

1)Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’ın ilanına kadar ormanların mülkiyetiyle ilgili düzenlemelerin çok sınırlı olduğunu söylemek mümkündür. Ordunun, bazı kamu kurumlarının ve vakıflara ait hastanelerin ve diğer kamu tesislerinin kereste, yakacak ve gelir ihtiyacının teminine yönelik olarak bazı ormanların özel amaçla tahsis edildiğini biliyoruz. İstanbul Terkos yöresindeki ve Trakya’daki Istıranca ormanlarının miri araziden Guraba Hastanesi Vakfına tahsis edilmesi gibi. Bu dönemde, ormanların işletmesini kolaylaştıran teknoloji gelişmediğinden, ormanların korunmasına yönelik endişenin olmadığını, hatta ormanların işletmesinin teşvik edildiğini söylemek mümkündür.
Osmanlı Devleti’nde orman konusunda ilk işlemlerin Fatih Sultan Mehmet zamanında gerçekleştiği görülmekte, Kanuni dönemine doğru daha da yoğunlaştığı konusunda bilgilere ulaşılmaktadır. Bununla birlikte, bu ilgi sadece İstanbul ile sınırlı olup orman kaynaklarının yönetimiyle ilgili ülke genelini ilgilendiren hükümler söz konusu değildir. Zira, İstanbul ve civarındaki ormanlar savunma ve sarayın ihtiyaçları bakımından stratejik öneme haizdir. Bu bakımdan İstanbul ormanları her zaman devletin, özel olarak, gözetim ve denetimi altında olmuştur.
2)Tanzimat Fermanının ilanı sonrası, 1858 yılında Arazi Kanunnamesinin kabulüyle birlikte tapu teşkilatı ve tapu uygulaması yeniden ele alınarak özel ve tüzel kişilerin tapuya dayalı taşınmaz edinmesi yeni esaslara bağlanmıştır. Kırım savaşı sonrası, Devletin artan gelir ihtiyacına çare bulmak için, Fransa’dan getirilen uzmanların da etkisiyle, ormanlardan gelir sağlanabileceği düşünülmüş, bu amaçla 1869 yılında “Orman Genel Müdürlüğü” (Orman Müdüriyeti Umumiyesi) adı altında bir örgüt kurmuştur. Yeni kurulan ormancılık örgütü Maliye Bakanlığı’na bağlanmıştır.
1869 Yılında devlet ormanlarının kullanım kurallarını düzenleyen Orman Nizamnamesi yürürlüğe kondu ise de, uygulamada ormanların korunmasına yönelik radikal tedbirlerin alındığı söylenemez. Yine de, Nizamname ormanların korunmasına yönelik ilk düzenleme olması bakımından önemlidir. Orman Nizamnamesi 1937 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. Bu dönemde Hoca Ali Rıza Efendi tarafından 1913 yılında “Orman ve Mera Yasası” adı altında bir kanun tasarısı hazırlanmış ancak kanunlaşamamıştır. Bu yasa tasarısının gerekçesinde Türkiye ormancılık tarihine ışık tutacak çok önemli değerlendirmeler ve tespitler yer almaktadır. Ülkemizde, Mera Kanununun 1998 yılında yürürlüğe girdiği düşünülecek olursa bu tasarının ne kadar ileri bir anlayışla hazırlandığı daha kolay anlaşılır.
            Arazi Kanunnamesindeki sınıflandırma orman mülkiyetinin de temelini oluşturur. Arazi Kanunnamesine göre imparatorluk arazileri: Mülk Arazi, Miri arazi, Vakıf Arazi, Metruk Arazi, Mevat Arazi olarak beş ana kısma ayrılır. Bunları kısaca açıklarsak:
Mülk Arazi(arazi-yi memluke):Kısaca, özel mülkiyete konu olabilen araziler olarak da tanımlayabiliriz. Bu arazilerde kendi içinde mülkiyet hukuku bakımından dörde ayrılır. Bu araziler diğer mallar gibi alınıp satılabilirler ve sahibinin ölümü halinde mirasçılarına intikal eder.
Miri Arazi (arazi-yi emiriyye): Bu arazilerin çıplak mülkiyeti Devlete, kullanım hakkı şahıslara (mutasarrufa) aittir. Mutasarrufun kullanım hakkı mirasçılarına intikal eder. Bu hakkın, Devletin izni olmadan başkalarına satışı ve devri yapılamaz.
Vakıf Arazi(arazi-yi mevkufe): Bu tür arazi belli bir amaca vakfedilmiş olan arazi türüdür. Mülk araziden vakfedilmişse ‘sahih vakıf arazi’, Miri arazilerden vakfedilmişse ‘gayri sahih vakıf arazi’ olarak adlandırılır.
Metruk Arazi(arazi-yi metruke):Bu tür araziler kamunun istifadesine tahsis edilmiş arazilerdir. Yollar, meralar, vb. araziler bu kapsamdadır.
Mevat Arazi(arazi-yi mevat) olarak: Bu tür arazilerin sahibi ve zilyedi olmaz. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki araziler olarak da tarif edebiliriz.
Ormanlar, sayılan bu arazi türlerinin hangisi üzerinde yer alıyorsa o arazinin tabi olduğu hükümlere tabi olur. Metruk arazi üzerindeki orman hangi köy veya kasabada ise o köy veya kasabanın kullanımına tahsis edilmiş sayılır.
            Yukarıda sayılanlara ek olarak, Cibal-i Mübaha (Mübah Dağ) olarak kabul edilen ayrı bir sınıf orman vardır ki, bu orman sınıfı Arazi Kanunnamesinde yer alan sınıflandırma kapsamında değerlendirilmez. Cibal-i Mübaha ormanlar, Allah vergisi bir kaynak olarak herkesin dilediği zaman ve miktarda, hiçbir kısıtlama olmaksızın serbestçe yararlanabileceği yerlerdir. Cibal-i Mübaha’daki ormanlar Orman Nizamnamesi kapsamında değildir. ‘Cibal-i Mübaha’ olarak kabul edilen, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu ormanların bazı bölümlerinin intifa(kullanma) hakkı belli şartlarla, vatandaşlara ve vakıflara bırakılması mümkündür.
            1870 Tarihli Orman Nizamnamesinde, ormanlar:1-Devlete ait ormanlar,2-Vakıflara ait ormanlar,3-Kasaba veya kur'aya ait baltalıklar,4-Şahısların elinde bulunan korular, olarak dört kısma ayrılmıştır.

            II-Türkiye Cumhuriyeti Dönemi:

1-1924 Anayasası Değişikliği Sonrası Dönem:
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ormanlar üzerinde özel mülkiyetin kabulüne izin veren Osmanlı geleneğinin devam ettirildiğini görmekteyiz.
Kurtuluş savaşı yıllarında orman köylüsünün ağır ekonomik koşullarının iyileştirilmesine yönelik olarak kabul edilen, 19 Ekim 1920 tarihinde yürürlüğe giren 39 sayılı Baltalık Kanunu ile öteden beri geçimini odunculuk, kömürcülükle sağlayan orman köylüsüne ormanlardan daha fazla yararlanmaları için bazı ilave imkanlar tanınmıştır. Bu kanun uzun süre yürürlükte kalmamış 1924 yılında yürürlükten kaldırılmıştır.
Ormanların devletleştirilmesine anayasal zemin hazırlamak amacıyla 05.02.1937 tarihli ve 3115 sayılı Kanun’la 1924 Anayasasının kamulaştırmayı düzenleyen 74. Maddesi değiştirilerek ormanların devletleştirilmesine yasal zemin oluşturulmuştur. Bu değişikliğe göre; ormanların Devlet tarafından idare edilmesi için yapılacak kamulaştırmalar ve kamulaştırma bedelleri ile bu bedellerin ödenme şekli özel kanunlarla düzenlenecektir.

-3116 Sayılı  Orman Kanunu

1924 Anayasasında yapılan değişiklik doğrultusunda 1937 yılında çıkarılan 3116 sayılı Orman Kanunu’nun geçici 1. Maddesiyle özel mülkiyette bulunan ve belli bir büyüklüğün üzerinde olan ormanların devletleştirilmesi öngörülmüştür Ancak, 3116 sayılı Kanun ormanlar üzerinde özel mülkiyeti tamamıyla reddetmiş değildir.
3116 Sayılı Kanun Türk ormancılık tarihinde devrim olarak kabul edilmektedir. Kanun ormancılık alanında yeni esaslar getirmiştir, özellikle devlet orman mülkiyeti ve işletmeciliğine geçiş ile parasız yararlanma (Cibal-i Mübaha) hakkının ortadan kaldırılması açılarından önemlidir. Prof. Dr. Cantürk GÜMÜŞ tarafından hazırlanan ‘Türk Orman Devrimi’ adındaki kitabın ön sözünden alınan pasaj aynen şöyledir: “ ‘Türk Orman Devrimi’ başlıklı bu kitap, Türkiye ormancılık tarihinin en önemli yazılı belgesi ve ülkemizin çağdaş ormancılığa geçişinin simgesi olan 3116 sayılı Orman Yasasını incelemek amacıyla yazılmıştır. Yasa, Atatürk’ün son devrimidir. Nasıl bir devrim olduğunun anlaşılması için, neyi, nasıl değiştirdiğinin incelenmesi gerekir. Bu nedenle kitapta öncelikle Osmanlı dönemindeki ormancılık anlayışı ele alınmıştır.”

3116 Sayılı Kanuna göre ormanlar dört kısma ayrılmıştır:

1-Devlet Ormanları, 2-Umuma mahsus ormanlar (Köy,Belediye,Hususi İdareler), 3-Vakıf Ormanları, 4-Hususi ormanlar,

-4785 Sayılı Kanun,  Ormanların Devletleştirilmesi

Ormanların, devlet mülkiyetine geçirilmeden korunamayacağı düşüncesinden hareketle 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı Kanunla, tüm ormanlar ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirilmiştir. Kanunun gerekçesinde, ormanların toplumun bütününe hitap eden faydalara sahip olduğu, bu faydaların devlet tarafından tüm halka eşit şekilde dağıtılması gerektiği, ormanların işletilmesinin büyük sermaye gerektirdiği, bu nedenlerle ormanların devlet mülkiyetine geçirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kanunun 1. maddesine göre, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte gerçek veya tüzel ve özel kişilere, vakıflara, köy, belediye, özel idare gibi kamu tüzel kişiliklerine ait ormanların tamamı, birkaç istisna hariç, Kanunun Resmi Gazetede yayınlanma tarihinde devletleştirilmiş sayılmıştır. Devletleştirme bedeli arazi vergisine matrah olan bedel olarak belirlenmiştir. Ancak, bu şekilde belirlenen bedel 1936 yılı arazi vergisine matrah olan değerin iki katını geçemeyecektir. 1961 Anayasasıyla, Anayasa Mahkemesi oluşturulunca bu Kanun Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve devletleştirme bedeline ilişkin hüküm Anayasadaki ‘gerçek değer’ esasına uymadığından Anayasaya aykırı bulunarak 23.06.1963 tarihli ve E: 1963-141, K:1964-50 sayılı karar ile iptal edilmiş, 4785 sayılı Kanunun diğer hükümlerinin ise Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmiştir.
4785 Sayılı Kanundaki, ormanların ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirileceğine dair hükmün, 1961 Anayasasına aykırı olduğu iddiasıyla mahkemelerce ve bazı siyasi parti gruplarınca açılan davalar ve daha sonra 1982 Anayasasına aykırı olduğu iddiasıyla açılan davalar Anayasa Mahkemesince reddedilmiştir (Anayasa Mahkemesinin 19.02.1985 tarihli ve E:1984-15, K:1985-5 sayılı kararı). Anayasa Mahkemesi, ormanların ‘hiçbir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın’ devletleştirileceğine dair hükmün bir zorunluluktan kaynaklandığına ve kamu yararına olduğuna karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararları incelendiğinde, mahkemenin 4785 sayılı Kanunun iptaline yönelik kararlarının gerekçesini yazarken zorlandığını anlamak zor değildir.
1950 Yılında kabul edilen 5658 sayılı Kanunla, 4785 sayılı Kanunla özel şahıslara ait  olup devletleştirilen ormanların iadesine imkan tanınmışsa da verilen sürenin kısa tutulması ve talep şartına bağlanması nedeniyle iade uygulaması son derece kısıtlı olmuştur. Ancak, az da olsa bazı kişiler, 5658 sayılı Kanundan istifadeyle, devletleştirilen ormanlarını geri almışlardır. Bugün mevcut özel ormanlar bunlardır. 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen ormanların içinde veya bitişiğinde yer alan, köy halkının tarım yaptığı küçük tarlalar da devletleşmiş sayıldığından orman köyleri halkı mağdur olmuştur. Bu kişiler en fazla mağdur olan gruptur. 
4785 Sayılı Kanuna ve bu Kanun uygulamasına yapılan itirazlar şu ana başlıklar altında toplanabilir:
1) Hiçbir işleme ve bildirime gerek olmaksızın devletleştirilmiş sayılan özel ormanların kanunda yazılı bir yıllık süre içinde müracaatta bulunulmadığı için devletleştirme bedeli de ödenmeyen özel ormanların Hazine adına tescil edilmesi.
2)Devletleştirme bedelleri ödenmiş olsa da, ödemelerin gerçek değerin çok altında ve uzun vadede yapılması.
3)Devletleştirilen ormanlardan (2/B olarak), orman vasfında olmadığı için daha sonra orman dışına çıkarılan yerlerin önceki sahiplerine iade edilmemesi.
Devletleştirme işlemi, 4785 sayılı Kanunun Resmi Gazetede yayımlandığı gün orman idaresinin tapu siciline yazdığı yazı ile yapılmıştır. Oysa, devletleştirilen tapuların bazıları sadece orman alanını kapsamamakta aynı tapu sınırları içinde tarım arazileri de vardır. Devletleştirmeden sonra yapılan orman kadastrosu ile orman tahdit sınırları belirlenmiş, ancak orman vasfında olmayan tarım arazileri de, ormanla birlikte, devletleştirildiği gerekçesiyle devlet malı sayılarak Hazine adına tescil edilmiştir. Diğer bir ifadeyle, orman olmadığı halde aynı tapu kapsamında kalan tarım arazileri de devletleşmiş sayılmış ve buna göre işlem görmüştür. Devletleşmiş sayılan bu arazilerin bir bölümü daha sonra orman idaresince 2/B olarak orman dışına çıkarılıp işgalcilerine para ile satılmıştır. Bu şekilde satılan arazi miktarına ilişkin veri bulunmamaktadır.
4785 Sayılı Kanun, kendisinden beklenen amaca da tam olarak hizmet etmemiştir. Kanunun yayımı tarihinden sonra birçok orman yangınının çıkması tesadüf olamaz.
1970 Yılına gelindiğinde, başta İstanbul olmak üzere, gecekondu sahipleri ve diğer şahıslar tarafından işgal edilen orman alanlarının 2B kapsamında orman dışına çıkarılmasına imkan sağlamak için Anayasa değişikliği yapılmak zorunluluğu doğmuştur. 
Devletleştirme sonucu Hazine tapusu altına alınan orman alanlarının daha iyi korunacağı fikrinden hareketle çıkarılan 4785 sayılı Kanun kendisinden beklenen koruma işlevini görmemiş, pek çok kişinin mağduriyetine neden olmuştur. 

II-ORMAN DIŞINA ÇIKARMA İŞLEMLERİ

1961 Anayasasında 1970 yılında yapılan değişiklik öncesi de, orman sınırları dışına çıkarma uygulamaları var ise de bunlar, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun uygulaması gibi çok kısıtlı olarak yapılmıştır.
Yukarıda da açıklandığı üzere, 1961 Anayasasındaki ormanların korunmasıyla ilgili katı hükümler 1970 yılında yapılan değişiklikle esnetilerek “Bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş…” yerlerin orman sınırları dışına çıkarma uygulamasına imkan tanınmıştır. Milat olarak da 1961 Anayasasının yürürlüğe girdiği 15.10.1961 tarihi esas alınmıştır.
Anayasa değişikliği sonrası 1973 yılında yürürlüğe giren 1744 sayılı Kanunla 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesi değiştirilmiş ve ilk defa orman sınırları dışına çıkarma işleminin yasal temeli oluşturulmuştur. Bu kanunda, daha önce bedel ödenmeden devletleştirilen ormanlardan 2B kapsamında orman dışına çıkarılan yerlerin eski sahiplerine iadesi öngörülmüştür. Böylece 4785 sayılı Kanunun yarattığı haksızlığın kısmen de olsa giderilmesi sağlanmıştır. Ancak, daha sonra kabul edilen kanunlarda bu hükme maalesef yer verilmemiştir.
31.12.1982 Tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da 1961 Anayasasındaki hüküm korunmuş bu defa milat olarak 31.12.1981 tarihi esas alınmıştır. 1983 yılından itibaren kabul edilen 2896, 3302, 3373 ve 4999 sayılı Kanunlar kapsamında orman sınırları dışına çıkarma işlemleri sürdürülmüştür.
2018 Yılında Orman Kanununa eklenen ‘Ek Madde:16’ ile orman dışına çıkarma işlemleri yeni bir boyut kazanmıştır. Bu Maddeye göre, Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, sınırları Cumhurbaşkanınca belirlenen alanlar orman dışına çıkarılıp Hazine adına tescil edilebilecektir. Bu şekilde orman dışına çıkarılan alanın iki katı kadar Hazine arazisi Orman ve Köy İşleri Bakanlığına ağaçlandırılmak üzere tahsis edilecektir. Burada, orman dışına çıkarılacak arazilerin orman vasfını ne zaman kaybettiğinin önemi yoktur yani bir milat söz konusu değildir.
2924 sayılı Orman Köylülerinin Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun :
Bu Kanun kapsamında bazı orman köylüsüne orman dışına çıkarılan arazi satışı yapıldıysa da uygulama çok kısıtlıdır. Diğer bir ifadeyle, bu kanun uygulaması çeşitli nedenlerle başarılı olmamıştır. 1973 Yılından itibaren orman dışına çıkarılan yerlerin satışını düzenlemek amacıyla kabul edilen kanunlar ya Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş veya Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle, bir kez daha görüşülmesi için, Cumhurbaşkanınca Türkiye Büyük Millet Meclisine iade edilmiştir
Orman dışına çıkarılan arazilerin satışını düzenleyen en geniş kapsamlı kanun 2012 yılında kabul edilen 6292 sayılı Kanundur. Bu kanunun iptali için siyasi parti gruplarınca, mahkemelerce veya Cumhurbaşkanınca Anayasa Mahkemesine gidilmediğinden kanun halen yürürlüktedir. Kanuna göre, orman dışına çıkarılan taşınmazlar 31.12.2011 tarihinden önce kullanıcısı ve/veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişilerden bu taşınmazları satın almak için süresi içerisinde idareye başvuran ve idarece tespit edilen satış bedelini itiraz ve dava konusu etmeksizin kabul edenlere satılmaktadır.

III- DEVLETLEŞTİRİLEN ORMAN ARAZİLERİ VE İSTANBUL HAVA ALANI

Yukarıda, Türkiye’de orman mülkiyetinin tarihsel gelişimi ve orman dışına çıkarma uygulamaları kısaca özetlenmiştir. Zira bu süreç anlaşılmadan İstanbul Havaalanı arazisinin kamu eline nasıl geçtiğini anlamak ve anlatmak zor olacaktı. Aşağıda, İstanbul Havaalanı’nın yer aldığı orman arazilerinin devletleştirme sürecini kısaca açıklayıp, konuyla ilgili görüşümüzü paylaşacağız.
İstanbul Havaalanı’nın inşa edildiği arazinin tamamına yakını (%97 si) orman arazisi üzerinde, büyük bölümü de1945 yılına 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen orman arazileri üzerinde yer almaktadır. Hava Alanı ÇET raporuna göre toplam 7650 hektarlık alanın 6172 hektarını orman, 660 hektarını göl, 236 hektarını mera alanı oluşturmaktadır. Göl ve mera alanları da tapu kaydında orman tapusu içinde yer aldığından hava alanı için kamulaştırılacak alan toplam alanın yüzde üçünden daha azdır.
Tapu kayıtlarına göre, Havaalanı’nın kapladığı orman alanı,    
 Mazharpaşa Ormanı, Kulakçayır Vakıf Ormanı, Yeniköy Devlet Ormanı, Tayakadın Köyü Ormanı, Alantepe ve Tilkiköy Çiftliği ormanlarından oluşmaktadır. 4785 sayılı Kanunla Devletleştirilen bu ormanların devletleştirme öncesi mülkiyet durumları ve devletleştirme kayıtları şöyledir.
 Mazharpaşa Ormanı: Mustafa Reşit Paşa varislerinden Mehmet Cemil Paşa ve diğer varislerin özel mülkiyetinde iken 21.03.1944 gün ve 5660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan ilanla orman tahdit sınırları belirlenmiş, 14.07.1947 tarihli olur la 15.420.-lira ödenerek devletleştirilmiştir (424 hektar,6268 metrekare ).

Kulakçayır Vakıf Ormanı:  Gülşirin Daye Hatun Vakfı adına tapuda kayıtlı iken 24.02.1947 tarihli olurla 92.940.-lira ödenerek devletleştirilmiştir(1015 Hektar).

Yeniköy Devlet Ormanı: Maliye Hazinesi kayıtlı olduğundan  Maliye Hazinesi adına tescil edilmiştir . Devletleştirildiğine dair bilgi edinilememiştir (1175 hektar, 5000 metrekare).

Alantepe ve Tilkiköy Çiftliği Ormanları:Bu ormanların Devletleştirme kayıtlarına tarafımızdan ulaşılamamıştır.

Tayakadın Köyü Ormanı: Tayakadın Köyünden 101 kişi tarafından 1932 yılında satın alınan özel orman vasfındaki tapu, 919 hektar ve 3024 metrekare olarak Eylül 1949 tarih ve 18 yevmiye no ile tapudaki alanı üzerinden devletleştirilmiş, Devletleştirme bedeli ödenmemiştir. Mahkeme kararlarından  da devletleştirme bedeli ödenmediği anlaşılmaktadır.
Devletleştirilen tapunun orman tahdidi dışında kalan köy yerleşik alanı ve tarım arazileri Orman Genel Müdürlüğünce yapılan kadastroyla 2B kapsamında orman dışına çıkarılmıştır. Ancak, 2B arazilerinin satışını düzenleyen 6292 sayılı Kanunda, orman dışına çıkarılan arazilerin eski sahiplerine iadesine ilişkin hüküm olmadığından, köylüler oturdukları evlerin ve tarlalarının tapularını ikinci defa parayla satın almak durumundadırlar. Evlerini tekrar satın almak için müracaat eden köylülerin talepleri bu defa, parsellerinin ‘İstanbul Avrupa Yakası Rezerv Yapı Alanında kaldığı gerekçesiyle Devletçe kabul edilmemiştir.

IV-DEĞERLENDİRME VE SONUÇ:
İstanbul’un imarı için bir anayasa niteliğinde olan ve 2009 yılı haziran ayında İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde kabul edilen 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’nda “İstanbul’un geleceğini korumanın ilk şartı, kuzeydeki ormanların ve su havzalarının yaşatılmasıdır. Bunun için kentin kuzeye doğru büyümesi kesinlikle engellenmelidir.” ibaresi yer almaktadır. Bu planda, 3. Havaalanının Silivri İlçesi sınırları içinde yapılması için yer ayrılmıştır. Bu plan 2013 yılında değiştirilerek İstanbul Havaalanı bugünkü yere inşa edilmesine imkan sağlanmıştır.
Son 50-60 yıl içinde İstanbul’un nüfusu 8-9 kat artmış, ağaçlandırılan alanlar hesaba katılsa bile, şehrin Avrupa yakasındaki dikili orman alanı en az 9-10 bin Hektar azalmıştır.
Yukarıdaki açıklamalarımıza göre, aşağıdaki soruların cevabını okuyucuya bırakıyorum.
-İstanbul Havaalanı neden İstanbul’un kuzeyinde yer alan orman arazileri üzerine inşa edilmiştir?
-Mevcut yer, teknik değerlendirmelere göre en uygun yer midir? Diğer bir ifadeyle, mevcut yer teknik olarak Silivri’den daha uygun mudur? Yoksa, yer seçiminde belirleyici neden arazi istimlak maliyetinin sıfıra yakın olması mıdır?
-İstanbul Havaalanı’nın inşa edildiği orman alanları 1945 yılında devletleştirilmeseydi, havaalanı yine aynı yere inşa edilir miydi?
İstanbul Havaalanı, devletleştirilen orman arazileri üzerine inşa edildiğinden, arazi istimlak maliyeti yok denecek kadar azdır. Ancak, İstanbul Havaalanı’nın sosyal maliyeti(Dışsal Maliyet)çok yüksektir. Bu maliyeti gelecek nesiller ödeyecektir. Bu arada bölge insanının hak kaybı nasıl telafi edilecektir bunu bilemiyoruz. 





Yararlanılan Kaynaklar:
1)    Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması ( Kitap-Prof. Dr.Halil CİN)
2)    Tanzimattan Sonra Türkiye’de Ormanların Hukuki Rejimi (Makale- Prof. Dr.Halil CİN)
3)    Orman ve Arazi Mülkiyeti Uyuşmazlıkları (Kitap-Prof.Dr. Yusuf GÜNEŞ)
4)    Orman hukuku(Kitap-Prof.Dr. Yusuf GÜNEŞ)
5)    Türk Orman Devrimi(Kitap-Prof.Dr.Cantürk GÜMÜŞ)
6)    Türkiye’de Orman Mülkiyeti, Yaşanan Sorunlar ve Çözüm Önerileri (Makale Hüseyin AYAZ, Prof.Dr. Cantürk GÜMÜŞ)
7)    Anayasa Mahkemesi ve Diğer Mahkemeler Kararları
8)    Sair yasal mevzuat

1 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

    1941.   İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.   Barbarossa Harekatı başladı, Sovyetler Birliği'nin Nazi Almanyası tarafından işgal edilme ...