İLK YAP İŞLET DEVRET
MODELİ DERSAADET (İSTANBUL) SU ŞİRKETİ VE DURUSU KÖYÜ (TERKOS) HAKKINDA BAZI
BİLGİLER
18.01.2021
İstanbul’a basınçlı su
teminine yönelik çalışmalar Sultan Abdülaziz döneminde başlar. 1868 yılında
Londra, Paris ve Viyana’yı içine alan bir seyahate çıkan Sultan Abdülaziz’e
Paris’te iken Sen nehrinden pompajla şehre verilen su tesisatı da gösterilmiştir.
Fransız sermayeli su şirketine, bu gezinin olumlu etkisi ile imtiyaz verdiği
rivayet edilmektedir.
1874 yılında, hariciye
teşrifatçısı Kamil Bey’e (İstanbul’un ilk belediye başkanı olarak da görev
yapmıştır) ve mühendis Terno (Ternau) Bey’e padişah tarafından verilen imtiyaz
ile İstanbul’un Beyoğlu, Galata, Haliç’in batı sahilleri, Boğaziçi’nin Rumeli
yakası dâhiline basınçlı su verilmesi için tesisler yapılması kararlaştırdı. Bu
imtiyaz, 1887 yılında, İngiliz ve Fransız sermayesinin mücadelesinden galip çıkan,
Dersaadet Su Şirketine devredilmiştir. Devir sözleşmesiyle birlikte imtiyaz
süresi de 1882 yılından geçerli olmak üzere 75 yıl olarak yeniden
belirlenmiştir.
İmtiyaz sahibi bu çok ortaklı Fransız sermayeli
Osmanlı Anonim Şirketinin faaliyete başlaması kolay olmamış, imtiyaz
müddetinden yaklaşık dokuz yıl sonra faaliyete başlayabilmiştir.
Su satışı, abonelik usulüne göre su saati ile
yapıldığı gibi farklı şekillerde de satış yapılmıştır. Şirketin su satış biçimi
Osmanlı’da bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Şirket kendinden sonra kurulan
su şirketlerine model olmuş, onlara öncülük etmiştir.
İmtiyaz sözleşmesi de oldukça dikkat
çekmektedir. Sözleşmede yer alan bir madde gereğince şirket, hastane, askeri
birimler gibi kurumlara ve yangınlara ücretsiz su vermeyi kabul ve taahhüt etmiştir.
Ticari amaçla kurulan bir şirkete bu tür maddeleri kabul ettirmek dikkate
değerdir. Nitekim bu madde ilerideki yıllarda Şirketle Devlet arasında problemlerin
çıkmasına yol açmıştır.
Şirket, Cumhuriyetten sonra da çalışmasına devam
etmiş, 1932 yılında millileştirilerek şimdiki İSKİ’nin temelini oluşturmuştur.
Şirket, Cumhuriyetin ilk millileştirilen şirketi olması açısından önem taşır.
İlk yap işlet devret modeli de diyebileceğimiz
Dersaadet Su Şirketinin imtiyaz sözleşmesini ve daha sonraki düzenlemeleri konu
alan bazı araştırmalar vardır. Bu araştırmalarda daha çok olayın mühendislik
yönü üzerinde durulmuştur. İlhami Yurdakul’un ‘Aziz Şehre Leziz Su’ adlı kitabına konu araştırmada şirket ile
devrin hükumeti arasında sözleşmenin yorumundan kaynaklanan sorunlar ele alınıp
incelenmiştir. Kitapta bu konuda çok değerli tespit değerlendirmelere yer
verilmiştir. İmtiyaz Sözleşmesinde “….tedavüle çıkarılacak hisseler ashabı beyyninde
bir Anonim Osmanlı Şirketi akd ve teşkil olunmuş ve işbu şirket kavanin ve
nizamat ve mehakim-i saltanat-ı seniyye ahkâmına tabi olup (Dersaadet Su
Şirketi) ismiyle tevsim kılınmıştır.”
hükmü yer almaktadır. Osmanlı Devletinin mali durumunun en kötü olduğu dönemde
yapılan bu sözleşmede, sözleşmeden kaynaklanacak ihtilafların Osmanlı
Devletinin kanunlarına göre Osmanlı Devletinin mahkemelerinde çözülmesi
kararlaştırılmıştır. Nitekim uygulamada çıkan sorunların çözümü için Osmanlı
Mahkemelerine müracaat edilmiştir.
Osmanlı
Devletinin her bakımdan en zor günlerinde imzalanan söz konusu sözleşmede
yabancı sermaye imtiyaz mahiyetinde haklar verilmişse de Devletin hükümranlık
haklarından olan taviz verilmemiştir. Şirket her ne kadar Fransız sermayesi ile
kurulmuş ve sermayedarlarının çoğu Fransız olmasına rağmen doğrudan doğruya Osmanlı
kanunlarına bağlı olup; yabancı bir ülkenin müdahalesine açık değildir.
Bu şirketler çeşitli bahanelerle gerekli yatırımları
yapmadıklarından yeterli hizmet vermemekteydi. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul
için hayati önem arz eden su meselesinin imtiyazlı şirketler tarafından
çözümlenemediği görülerek yabancı şirketin millileştirilmesine karar verilir.
Akdedilen mukavele ile Fransız sermayeli Dersaadet Su Şirketi Devletçe
satın alınmış ve 1 Ocak 1933 tarihi itibarıyla İstanbul Sular İdaresine
devredilmiştir. Bu satın alma ve devir işlemleri için de Atatürk’ün talimatıyla
Mühendis Yusuf Ziya Erdem Bey görevlendirilmiştir. Yusuf Ziya Erdem Bey sonraki
12 yıl boyunca İstanbul Sular İdaresi Genel Müdürü olarak görev yapacaktır.
Önemle belirtmeliyiz ki, Genç Türkiye Cumhuriyeti bir yandan
Duyunu Umumiye artığı Osmanlı Devletinin borçlarını öderken diğer taraftan
Osmanlı Devletinden aldığı imtiyazlarla faaliyet gösteren bu ve benzeri yabancı
sermayeli şirketlerle anlaşma sağlayarak bu şirketleri devralmıştır.
1885 yılında Terkos Pompa İstasyonu, 600 mm çapında döküm boru iletim
hattı, 37 km kargir galeri hattı, filtre tesisleri, şehir su şebekesi ve semt
havuzları tamamlanarak şehre ilk basınçlı su verilmeye başlandı. Pınarbaşı tepesine kadar
600 mm döküm boru ile pompalanan su buradan Kağıthane’ye kadar kendi
cazibesiyle beton galeri içinden akmakta buradan şehre dağıtılmaktaydı.
Pınarbaşı'ndaki, su basıncını dengeleyen denge bacası, rezerv su
deposu gibi tesislerin yer aldığı yapılar 2000 yılından sonra parçalanarak söküldü.
Bana göre bu tesisler de tam bir sanat yapılarıydı. Bu tesislerin yakın çekim
fotoğrafları arşivlerde inşallah bulunabilir. Beton galeri ve tesislerin olduğu
yerde şimdi İstanbul Havaalanı var. Kemerburgaz tarafında beton galeri halen
yer yer mevcuttur. İSKİ yetkilileri bu güzelim tesislere neden sahip çıkmadı
anlamak mümkün değildir.
Terkos (Durusu) köyü ile Karaburun Köyü (şimdi mahalle) arasında
kömür nakli amacıyla kurulan dekovil hattı 1970 yıllara kadar çalışır vaziyette
idi. Bu hat ile, yaz aylarında, Terkos-Karaburun arasında plaja gidecek halk
taşınırdı. Bu hatta maalesef sökülerek yok edildi
İstanbul’a Terkos Gölü’nden basınçlı su verilmeye başlanması ile birlikte şehrin alt yapı gelişmeleri yaşaması aynı döneme rastlar. Bu dönemde ulaşım, elektrik, havagazı gibi altyapı konularında İstanbul’da Avrupa şehirlerine benzer bir gelişme yaşanmıştır.
İstanbul’a içme suyu temin etmek
gayesiyle kurulan ve 1967 yılına kadar kullanılan Terkos’taki buharlı pompalar
3 grup halinde 6 adet olup her grup 100 Hp gücündedir. Her grup günde 11.000 m3
su basma kapasitesindedir. Kuruluşu itibarıyla günde 33.000 m3 su verme
kapasitesinde olan tesisin enerji kaynağı ise Ereğli ve Zonguldak’ta bulunan
kömür ocaklarından elde edilen yüksek kalorili taş kömürüdür. Kömür, Eylül–Ekim
aylarında gemilerle Karaburun Köyüne, oradan demiryolu (dekovil) ile Terkos’a
ulaştırılmıştır.
1935-1936 yıllarında sisteme yeni buharlı pompalar alınması
düşünülmüş, makine ve kazan daireleri ile baca inşaatına başlanılmıştır.
Hathron Davey markalı makine ve kazanlar İngiltere’den satın alınarak 1938
yılında montaj işi tamamlanmış ve yeni ünite devreye alınmıştır. Eski bacanın
yetersiz olduğu görülünce 1954 yılında +70 m kotlu yeni beton baca inşa
edilmiştir. Hathron Davey ile birlikte diğer buharlı pompalar 1967 yılına kadar
çalıştırılmıştır. Bu makinenin bir eşinin batan Titanik gemisinde de
kullanıldığı söylenmektedir. Devasa büyüklükteki bu makinelerin İstanbul’a gemi
ile gelen parçaları beş çift mandanın çektiği arabalarla İstanbul’dan Terkos’a
taşındığı rivayet olunur.
Terkos’da 1928 yılında buhar enerjisinden yararlanılarak kurulan
elektrik tesisleri de Türkiye’deki elektrik üretim ünitelerinin ilk
örneklerindendir. Üretilen elektrik enerjisi tesislerde ve Terkos köyünde
kullanılmıştır.
1947-1950 yılları arasında 2 adet 300 HP Bergeron pompa ile 3 adet
180 HP Worthington elektrikli pompa satın alınarak çalıştırılmıştır.
Çatalca Muharebeleri hakkında yazılan kitaplardan edindiğimiz
bilgilere göre: Balkan Harbinde Çatalca bölgesindeki su kaynakları işgalci
askerlerin eline geçmesine rağmen su şirketi çalışmasına devam etmiştir. Türk
kuvvetleri de, güvenli olduğu için su ihtiyaçlarını Terkos gölünden temin
etmişlerdir.
Durusu (Terkos) Köyündeki tarihi tesisler İSKİ Genel Müdürlüğünce
2010 yılında müze olarak düzenlenmiş ancak her nedense bu güne kadar halkın
ziyaretine açılmamıştır. Terkos pompa tesisleri
ülkemizin ilk buharlı pompa istasyonu olması itibarıyla bugün bir teknoloji
müzesi niteliğindedir. Bu müze uzun zamandır atıl vaziyette beklemektedir. En
son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamaoğlu'nun bu
tesisleri ziyareti sırasında verdiği talimatla tesislerin yeniden restorasyon
çalışmalarına başlandığını sevinerek öğrendik. İnşallah bu defa tesisler ziyarete
açılacak hale gelir.
DURUSU (TERKOS) KÖYÜ:
Terkos köyünün ismi 1980 yılında ‘Durusu’ olarak
değişmiştir. Halen resmi kayıtlarda ‘Durusu’ olarak geçer. Bu köy ve göl hakkında
kısa bilgi verirsek: Roma ve Bizans dönemlerinde, Terkos bir iç kale ve liman
olarak kullanılmıştır. Terkos Kaleiçi mevkiinde gölün sıfır kotlarında kale
duvarlarında hala eski limanın kalıntıları görülmektedir. Terkos kalesi Roma ve
Bizans dönemlerin de önemli bir manastır ve kilise olarak bir uç karakol gibi
görev yapmıştır. Terkos( Terkan) Metropolitliği'ne bağlı bir Rum köyü idi.
Metropolit'in unvanı Terkos ve Neokirion Piskoposu idi. Terkos yöresinde
Türklerin sayısı artıp Rumların sayısı azalınca, Metropolitlik de Tarabya'ya
taşınmıştır.
Roma döneminden kalma sur ve liman kalıntıları Terkos gölünün
oluşumuna da ışık tutmaktadır. Kumulların oluşturduğu bent ile Terkos körfezi
denizden ayrılarak göl oluşmuştur. Istıranca dağlarından gelen derelerin suyu
gölün suyunu zamanla tatlı su haline dönüştürmüştür. Göl yüzeyinin giderek
küçülmesine neden olan kumulların daha fazla ilerlemesini önlemek için 60’lı
yıllarda kumullar toprakla kaplanıp ağaçlandırılmıştır. Bugün göl ile deniz
arasında 1-3 kilometre genişliğinde, 25-30 kilometre uzunluğunda bir orman
oluşmuştur. Bu ormana insan eli değmediğinden bu alanda her türlü yabani
hayvandan oluşan vahşi bir hayat hüküm sürmektedir. Yüzerek bu bölgeye geçen
evcil hayvanlar burada yabanileşmiştir.
Terkos ile Karaburun köyü arasında, su pompalarına kömür taşımak
amacıyla kurulmuş olan dekovil(tren) hattı 1975 yılına kadar çalıştı. 1967
yılında kömürle çalışan makineler devre dışı kaldığından, dekovil hattıyla yaz
aylarında Karaburun plajına insan taşınıyordu ve son derece nostaljik hali
vardı. Çocukluğumuzda bu trenle (Biz tren olarak adlandırıyorduk) çok seyahat
ettik. Daha sonra lokomotif çürümeye terk edildi ve raylar söküldü. Rayların
geçtiği yaklaşık 5 kilometre uzunluğundaki arazi İSKİ Genel Müdürlüğü adına tescilliydi.
Hattın geçtiği bu parsel de diğerleri gibi kadastro çalışmasıyla maalesef tarihe
karıştı. En son olarak yok edilen bu hat keşke bu hat korunabilseydi.
İstanbul’da, Ağaçlı civarındaki kömür madenlerinin Silahtarağa
elektirik santraline taşınması için oluşturulmuş dekovil hattı da aynı akıbete
uğramıştır. Bugün bu hatların resimlerine bakarak geçmişi hatırlamaktayız.
İstanbul’un taşrası diyebileceğimiz yerlerdeki tarihi eserler
maalesef çok az bilinmekte olduğundan korunamamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder