OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE
ORMANCILIK POLİTİKALARINA GENEL BAKIŞ ve 39 SAYILI BALTALIK KANUNU UYGULAMASI
(1920-1924) HAKKINDA DÜŞÜNCELER
1)Giriş:
1920-1924 yılları
arasında yürürlükte kalan Baltalık Kanunuyla ilgili olarak çeşitli çevrelerde
olumlu veya olumsuz pek çok görüş ileri sürülmüştür. Dar bir çevrede tartışılan
konu, Cumhuriyetin 50. Yılında Orman Bakanlığınca hazırlanan “Cumhuriyetin
50. Yılında Ormancılığımız” adlı eserde, Kanunla ilgili olarak açıklanan
olumsuz görüşler sonrası tartışmaların alevlendiğini söylemek mümkündür.
Olumsuz görüş bildirenler; Kanun uygulamasının ormanların tahribine
yol açtığı, Kanunun, köylüleri TBMM’nin yanına çekmek için çıkarıldığı,
Kanundan beklenen amaçlara ulaşılamadığı bu nedenle 1924 yılında kaldırıldığı
görüşündedirler.
Olumlu görüş bildirenler; Kanun uygulamasının orman tahribine yol
açmadığı, aksine ormanların devletin yanı sıra orman köylüsünün gözetim ve
denetimi altında işletilmesiyle ormanların tahribinin önlendiği görüşünü
savunmuşlardır.
Kanun’un ormanların
tahribine yol açtığı görüşünü savunanlar, bu görüşlerini destekleyecek
verilerden yoksundurlar. Türkiye’de ilk orman varlığı haritasının 1926 yılında
hazırlandığı gerçeğinden hareketle, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih ile
yürürlükten kalktığı tarih arasında ülkemiz orman varlığında ne gibi değişim
olduğuna dair tespitler yoktur.
Oysa asıl sorunun,
Baltalık Kanunu uygulamasından değil, yeterli teknik eleman, memur ve en
önemlisi para sıkıntısı nedeniyle Kanunun uygulanamamasından kaynaklandığını
söylemek daha doğru olacaktır.
Baltalık Kanunuyla
ilgili açıklamalarımızın daha iyi anlaşılması için;
Önce, Osmanlı Devletindeki ormanlarla ilgili mevzuatı özetlemek,
Sonra, Baltalık Kanunu maddelerini ve uygulamasını açıklamak,
Daha sonra, Cumhuriyet Dönemi ve günümüz uygulamalarına kısaca göz atmak yararlı
olacaktır.
Böylece, Türkiye'de
orman mevzuatı uygulaması hakkında da topluca fikir sahibi olan okuyucu,
Baltalık Kanunu hakkında edindiği bilgileri daha iyi özümseyecek ve
değerlendirecektir.
2)Osmanlı Devletinde
Ormanlarla İlgili Düzenlemeler:
Osmanlı Devletinde 1858
yılına kadar, ormanlarla ilgili düzenlemeler; emirnameler, fermanlar gibi
irade-i seniyye mahiyetindeki metinlerde yer almıştır. Bu düzenlemeler, esas
itibarıyla ormanların korunmasına ve işletilmesine yönelik olmaktan çok,
donanmanın, tophanenin ve askeriyenin kereste ve odun ihtiyaçlarının
karşılanmasına yöneliktir. Bu kapsamda, ormanlarla ilgili olarak, bilhassa
Dersaadet’in yakacak ihtiyacının ve vakıf hastanelerinin gelir ihtiyacının
teminine yönelik düzenlemeleri sayabiliriz. Miri ormanların, yani devlete ait
ormanların, bir kısmı, devletin ihtiyacı için kullanıldığından kısmen de olsa
korunmuştur. Bunların dışında hiç kimsenin mülkiyetinde olamayan ormanlar,
günümüzün tabiriyle devletin hüküm ve tasarrufu altındaki ormanlar “Cibal-i
Mübaha” olarak herkesin kullanımına açık tutulmuştur. Bu tür ormanlardan tarla
açmak için izin gerekmediği gibi vergi hasılatının artması için orman
alanlarının tarım alanına dönüştürülmesinin teşvik edildiği bile söylenebilir.
Zamanın teknik imkanları ve nüfus yoğunluğu dikkate alındığında bu uygulamanın
orman tahribine yol açtığını söylemek zordur. Arazi Kanunnamesiyle baltalık
tabir edilen koru ve ormanların kesimi ve korunması münhasıran yöre halkına
verildiğinden, ormanlar yöre halkı tarafından sahiplenilip korunmuştur.
1838 Tanzimat Fermanının
ilanı sonrası mülkiyet hakkının korunmasına yönelik bazı düzenlemelere
gidilmiş, bu arada milli servet olan ormanların korunmasıyla ilgili ilave
düzenlemeler yapılmak ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda, 1858 tarihli Arazi
Kanunnamesinde ormanların ve baltalıkların işletilmesine ve korunmasına yönelik
hükümlere de yer verilmiştir. Arazi Kanunnamesi bir yandan mülkiyet hakkının
korunmasına yönelik hükümler getirirken diğer taraftan tapusuz (ba tapu)
yerlere tapu verilmesi uygulamasının önünü açmıştır. Bu kapsamda, bazı üst
kademe devlet görevlilerinin ve fırsatçıların kendi lehlerine tapu
çıkardıklarını, orman kapsamında olan yerlerin bir bölümünü kendi tapuları
içine aldıklarını görmekteyiz. Hangi devlet erkanının bu yolla ne kadar tapu
edindiğine yönelik kapsamlı bir çalışmaya rastlamadıysak da Sadrazam Mustafa
Reşit Paşa’nın (Koca Reşit Paşa) İstanbul ve civarında çok geniş orman ve tarım
arazileri edindiğini biliyoruz.
Arazi Kanunnamesi orman
tapusu ile arazi tapusu ayırımı yapmadığından, uygulamada orman alanlarının
araziye ilişkin kanun hükümleri kapsamında değerlendirilip tapuya bağlandığını
görmekteyiz. Bu yazının amacı, Arazi Kanunnamesi hükümlerini incelemek
olmadığından bu konuda daha fazla detaya girmiyoruz. Ancak şunu söylemeliyiz
ki, Arazi Kanunnamesi mülkiyet hakkının korunmasına yönelik hükümler getirirken
ormanların korunmasında yetersiz kalmıştır. 1870 yılında çıkarılan Orman
Nizamnamesiyle, yeni bir anlayışla, orman mevzuatı yeniden düzenlenmiştir.
Orman Nizamnamesinden de beklenilen sonucun alındığını söylemek mümkün
değildir.
Orman Nizamnamesinde
ormanlar; miri ormanlar, vakıflara ait ormanlar, kasaba ve köylere mahsus
baltalıklar ve şahıslara ait ormanlar olarak dört kısımda tanımlanmıştır.
Orman Nizamnamesine
göre; köylünün zorunlu ihtiyacı olan ev, ambar, ağıl, kümes gibi binaları inşa
etmek, zirai alet, araba, odun, kömür, kereste ve benzeri ihtiyaçları için
ormandan kesim yapmak ücretsiz olmakla birlikte izne tabidir.
II. Meşrutiyet
döneminde, 1917 yılında “Ormanların Usul-i İdaresi ve Fenniyeleri Hakkında
Kanun” ile yeni düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz.
Osmanlı Devleti’nin son
yüz yılında buharlı makine teknolojisinin gelişmesiyle birlikte demiryolları
inşaatında kullanılacak traverslerin ve telgraf direği temini için ormanlardan
aşırı ağaç kesimi orman varlığının azalmasında önemli etkenler olmuştur. Trakya
ve Anadolu’daki yüz yıllık meşe ağaçları travers yapımında kullanılmak için
kesilmiştir. Sağlamlığından hiç bir şey kaybetmemiş olan bu traversler
günümüzde Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğünce çevre düzenlemesi işlerinde
kullanılmak üzere belediyelere ve vatandaşlara satılmaktadır. Daha sonraki
yıllarda, şimendifer kazanlarında yakıt olarak kullanmak üzere ormanlardan ağaç
kesimi ülkemiz orman varlığını olumsuz yönde etkilemiştir.
(1853-1856) Kırım Harbi,
(1877-1878) 93 Harbi, (1912-1913) Balkan Harbi badireleri ile mali dengesi
tamamen bozulmuş Osmanlı Devleti, bütçe gelirleri tahsilatının önemli bir
bölümünü Duyun-u Umumiye İdaresine devretmek zorunda kalmıştır. Durum böyle
iken, Osmanlı Devleti girdiği Birinci Dünya Harbinden de mağlup olarak çıkmıştır.
Savaş sonrası orduları dağıtılmış devlete, çok ağır şartlar taşıyan Sevr
Anlaşması imzalatılmıştır. Bu dönemde Devletin elindeki en önemli milli servet
ormanlardır.
3) 11.10.1920 Tarihli ve
39 sayılı Baltalık Kanunu ve Uygulaması:
Yukarıda da belirtildiği
üzere, Osmanlı Devletinin son yıllarındaki sonu gelmeyen savaşlar ülkenin
ekonomisini adeta yok etmiş, ülke insanını bezgin hale getirmiştir. Bu durumu
Atatürk nutkunda gayet net açıklamıştır. Çok zor şartlar altında yaşam
mücadelesi veren Anadolu insanı Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde Kurtuluş
Savaşı vermek zorundaydı. Bu savaşın kazanılması için halkın savaşa gönüllü
katılımının sağlanması gerekecektir. Bu ortamda halk, her türlü siyasi
yapılanmaya ve liderinin söylediklerine temkinli yaklaşmaktadır.
TBMM, halkın ve devletin
tükenmişliğini daha da arttıracak tedbirlere başvurmadan ölüm kalım savaşını
başarmanın mümkün olmadığını görmekte ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda
meclis üyesi pek çok kişide tereddütler vardı.
Mustafa Kemal Paşa’nın,
TBMM’nin yetkilerini üç ay süreyle kullanmak şartıyla, başkomutanlığı
üstlenmeyi kabul edeceğine dair önergenin 5 Ağustos 1921 gün ve 144 sayılı
Kanunun kabulü sonrası Paşa, başkomutanlık görevine başladıktan iki gün sonra,
başkomutan olarak, 7 ve 8 Ağustos 1921 günlerinde, Tekalif-i Milliye emirlerini
yayımlamıştır. Bu emirler Kurtuluş Savaşının hangi şartlar altında verildiğini
çok net göstermektedir.
TBMM hükümeti, Osmanlı
Devletinden her şeyi ile tükenmiş mali yapıyı devralmış, Kurtuluş Savaşı boyunca
da bu yapıyı değiştirmeye yönelik düzenlemeleri savaş sonrasına ertelemiştir.
Baltalık Kanunu, devletin ve milletin her bakımdan tükendiği, olağan üstü
dönemde kabul edilmiştir. Kanunla, orman köylüsünün bir nebze olsun nefes
almasını sağlamak, devletin ve ordunun acil yakacak ihtiyacının karşılaması
amaçlanmıştır. Bu bakımdan, Kanunun sadece orman köyleri için çıkarıldığını
söylemek doğru olmaz.
Baltalık Kanunu’nun bazı
önemli maddeleri hakkında bilgi verirsek:
Madde 1
Baltalık Kanunu’nun
getirdiği imkanlardan ormanlara bitişik veya en fazla yirmi kilometre
mesafedeki köyler halkı istifade edecektir. Vakıflara ait ormanlar bu kanun
kapsamında değildir. Her bir haneye en fazla on sekiz dönüm gelecek kadar
baltalık verilecektir. Dağıtım, kesim ve mahalli mühendis ve tapu memurlarının
denetiminde yapılacak olup köy ihtiyar heyeti ormanların korunmasından doğrudan
sorumlu olacaktır. Kanuna göre ormanlar köy tüzel kişiliği namına tapuya
kaydedilecek ve kullanımı köy ihtiyar heyetinin nezaret ve mesuliyeti altında
köy halkına ait olacaktır. Köy tüzel kişiliğine verilen hak, kullanım hakkı
değil mülkiyet hakkıdır.
Ormana 20 kilometre
mesafeden uzak köyler halkının Baltalık Kanunuyla getirilen imkanlardan
yararlanamayacak olması haksızlık olarak görülebilir. Bu konu TBMM’de de dile
getirilmiştir. Ancak burada belli bir sınır getirilmemesi halinde ormanların
tahribe uğrayacağı, köyler arasında ihtilaflar çıkacağı değerlendirilerek 20
kilometre mesafe şartı getirilmiştir. Buna rağmen uygulamada sıkıntılar yaşanmıştır.
Orman içinde veya bitişiğinde yaşayan orman köylüsü kadimden beri istifade
ettiği, adeta kendi malıymış gibi gördüğü ormanı paylaşmak istemeyecek bu durum
kanundan amaçlanan sonucu ulaşmaya engel olacaktır. Böyle bir sınırlama
getirilmesi uygun olmuştur. Tersi durumda, köyler arasında istenmeyen
çatışmalar olması muhtemeldir.
Yukarıda da değindiğimiz
üzere Baltalık Kanunuyla, bir taraftan harap ve bitap düşmüş orman köylüsünün
cebine birkaç kuruş para girmesi, diğer taraftan Devletin acil ihtiyaç duyduğu
yakacak odunun uygun şartlarla temini amaçlanmıştır. Unutulmamalıdır ki bu
dönemde şimendiferlerin ihtiyaç duyduğu kömür madeni ocakları düşman işgali
altındadır. Çalışabilecek durumda olan ocaklar ise yeterli işçi ve teknik ekip
eksikliğinden dolayı çalıştırılamamaktadır.
Madde 2
Köyler civarındaki
ormanların, şahısların mülkiyetinde bulunmasından dolayı, yeterli baltalık
ayrılması mümkün olmazsa civardaki şahıslara ait ormanlar takdir edilecek
kıymeti üzerinden satın alınacak veya istimlak edilecek, istimlak bedeli köylü
tarafından peşin ödenecek ve orman köy namına tapulanacaktır. Köylü parayı
temin edemezse T.C. Ziraat Bankasından kredi kullandırılacaktır. Bedeli düşük
gören orman sahiplerinin mahkemeye müracaat hakları olacaktır.
Bu maddenin uygulanması
için yeterli kaynak bulunamadığından kanun uygulaması eksik kalmış veya hiç
uygulanamamıştır.
Madde 3
Köy civarındaki
şahıslara ait ormanların mülkiyeti ihtilaflı ise takdir edilen bedel ileride
belirlenecek tarafa ödenmek üzere Ziraat Bankasına depo edilecektir.
Madde 4
Elinde resmi izin
olmayan hiç kimse devlet ormanlarına giremeyecek ve hayvan sokmayacaktır.
Madde 5
Birinci ve ikinci
maddelere göre baltalığa sahip olan köy ahalisinin ormandan keserek satacakları
orman mahsullerinin satışı her türlü vergiden muaf olacaktır. Köy ihtiyar
heyetinin kararıyla, köyün imarı için gerekli para, üretilen kereste ve odunun
bir kısmı köy ihtiyar heyetince satılıp köyün imarında kullanılmak üzere köy
tüzel kişiliği namına Ziraat Bankasına yatırılacaktır.
6,7,8 ve 9. Maddeler
Orman Nizamnamesinin uygulamasıyla ilgilidir.
4)Genel Değerlendirme ve
Baltalık Kanunu Sonrası Ormancılık Politikasıyla İlgili Bazı Önemli Düzenlemeler:
Baltalık Kanunu
uygulamasından beklenen amacın tam olarak gerçekleştiği söylenemese de, köy
İhtiyar heyetine tanınan yetkiler dikkate alındığında, kanun uygulamasında
halkın katılımının ön plana çıkarıldığını söylemek mümkündür. Bu açıdan
bakıldığında; halka doğru gitmek isteyen, halka yukarıdan bakan hükümet yerine
halkın yanında ve onun katılımının önemini kavramış bir hükümetin iş başında
olduğu gösterilmek istenmiştir. Meclisteki müzakereler sırasında bir taraftan
ormanların korunmasının önemi vurgulanırken diğer taraftan halkın
ihtiyaçlarının göz ardı edilmeden, halkın katılımıyla uygulamanın yapılması
için tedbirler alınmasının önemi milletvekillerince sıklıkla dile
getirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa imzasıyla
TBMM ne sunulan tezkerede“ Köylülere hakkı kanunilerinden daha serbest
istifade fırsatını vermek ve miri ormanların muhafaza ve inzibatını temin etmek
üzere mücavir köylerle ahalisi odunculuk ve kömürcülük ile geçinen köylere
baltalık tefrik ve tahdidine dair Umuru İktisadiye Vekaletince tanzim kılınan
kanun lahiyası ve esbabı mucibe mazbatası Heyeti Vekilenin 22 Eylül 1920
tarihindeki içtimaında ladelmutalaa tasvip edilmiş ve ilişikte takdim edilmiş
olmakla ifayı muktezasını rica ederim.” denilerek Orman Kanununun çıkarılma
gerekçesinin ana fikri açıklanmıştır.
Baltalık Kanunuyla
ilgili olarak olumlu olumsuz çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Biz bu
yazımızla, Baltalık Kanunu hakkında geniş çaplı bilgi vermekten ziyade bir
dönemde uygulanmış ve tartışma konusu olmuş hususlara tekrar değinmek ve kendi
görüşlerimizi de ekleyerek, olaya yeniden ışık tutmak istedik.
Baltalık Kanunundan
sonra 26 Mart 1921 tarih ve 109 sayılı “Resmi Dairelere ve Fakir Halka
Dağıtılacak Yakacak ve Askeri Kurumların İhtiyaç Duyduğu Telgraf ve Telefon
Direkleri ve Yakacak Odunun Müzayede Olmadan Tarife Bedeli Üzerinden Verilmesi
Hakkında Kanun” ile 31 Ekim 1921 tarih ve 161 sayılı“Düşman Tarafından
Tahrip ve Yağma Edilen Kasabalar ve Köy Halkının Devlet Ormanlarından Kesim
Yapması Hakkında Kanun” yayımlandı.
1937 Yılında kabul
edilen 3116 sayılı Orman Kanunuyla ormancılık alanında yeni bir döneme
geçilmiştir. 3116 sayılı Kanun, ormanların tamamının devlet mülkiyetinde olması
halinde daha iyi korunacağı fikrinden hareketle hazırlanmıştır. Bu kanun 1956
yılında kabul edilen 6831 sayılı Orman Kanununa temel oluşturmuştur. Ancak, 1945
yılına kadar devletleştirme uygulaması yoktur.
1945 yılında kabul
edilen 4785 sayılı Kanunla; vakıflara, köy tüzel kişilerine, özel ve tüzel
kişilere ait bütün ormanlar bir gecede devletin mülkiyetine geçirilmiştir. Bu
kanun halen yürürlükte olup Anayasa Mahkemesi, Kanun’un iptali için yapılan
başvuruları reddetmiştir. 1950 yılında kabul edilen 5658 sayılı Kanunla
devletleştirilen ormanların bir kısmı eski sahiplerine iade edildiyse de
köylere ve köyler halkının sahibi olduğu özel ormanların iadesi çeşitli
nedenlerle gerçekleşmemiştir. Bunun nedenlerine, bu yazının konusu
olmadığından, girmiyoruz. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Devletleştirilen ormanlar, Devlet tarafından maalesef korunmamış veya
korunamamıştır. Günümüz 2B uygulaması bu görüşümüzü destekleyen en önemli
olgudur. Bu konuya ileride değineceğiz.
1961 Anayasası’nın 131.Maddesinde
1970 yılında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce
bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ,
meyvalık, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta
kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve köy yapılarının
toplu olarak bulunduğu yerlerin orman sınırları dışına çıkarılmasına imkan
tanınmıştır. 1961 Anayasasında yapılan bu değişikliğe paralel olarak, 1973
yılında 1744 Sayılı Kanunla 6831 sayılı Orman Kanununun 2/B Maddesinde
değişiklik yapılmış ve 15.10. 1961 gününden önce bilim ve fen bakımından
orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerin orman dışına çıkarılması mümkün
hale gelmiştir. 1961 Anayasasının orman dışına çıkarmaya ilişkin hükümlerine,
1982 Anayasasının 169 ve 170. Maddelerinde yer verilerek; bu defa 31.12.1981 tarihinden
önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybeden yerlerin orman sınırları
dışına çıkarılması esası getirilmiştir.
Yapılan değişiklikler
sonrası, Anayasa ve kanunlar bilim ve fen bakımından orman vasfını kaybetmiş
yerlerin orman sınırları dışına çıkarılmasına imkan verdiyse de, bu yerlerin
satılıp satılmayacağına dair net bir hüküm getirmemiştir. 2003 yılında,
Anayasanın 169 ve 170. Maddelerinde değişiklik yapılarak orman dışına çıkarılan
yerlerin (2B) satışına imkan tanınmıştır. Ancak bu değişiklikler, tekrar
görüşülmek üzere Cumhurbaşkanınca TBMM’ye geri gönderildiğinden
kanunlaşmamıştır. Mevcut yönetim bu konuda bir süre ısrarlı olmamıştır.
Zaman içinde, bilhassa,
büyük şehirlerin çeperinde yer alan ormanlar işgale uğramış, geri dönülemez
aşamaya gelen işgal olgusunu veri kabul eden iktidar ve muhalefet oylarıyla 2012
yılında kabul edilen 6292 sayılı Kanunla (Halk arasında 2 B Kanunu olarak
anılır) orman dışına çıkarılan yerlerin hak sahibini tespit edip satışını
sağlanmıştır. Satışlar halen devam etmektedir. Bu Kanunun Anayasa’ya aykırı
olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde herhangi bir dava açıldığını duymadık.
Bu yasa gerekli miydi? Evet, bize göre de gerekliydi. Zira, orman tapusu
kapsamındaki yerlerin üzerinde, yıllardır çarpık yapılaşan mahalleler ve
ilçeler halkının mülkiyet sorununun çözülerek bu yerlerin imar planlarının
yapılması şart olmuştu.
1744, 2896 ve 3302
sayılı Kanunlarla orman sınırı dışına çıkarılan, evveliyatı itibarıyla tapulu
olan, bedel ödenmeden 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen yerlerin eski
sahiplerine (sahip-i evvellerine) iadesi mümkündü. 6292 sayılı Kanunda,
evveliyatı itibarıyla tapulu olup da 4785 sayılı Kanunla veya benzer şekilde
bedel ödenmeksizin devlet ormanı olarak devletleştirilen daha sonra orman
dışına çıkarılan şahıslara ait yerlerin iadesine ilişkin hüküm 6292 sayılı
Kanunda yer almamıştır. Bu neviden taşınmazların eski sahipleri kendi
taşınmazlarını devletten yıllar sonra satın almak zorunda kalmışlardır. Sadece,
tapuları mahkeme kararı ile iptal kişilere, kanunun yayımı tarihinden itibaren
iki yıl içinde müracaat etmeleri şartıyla, eski tapuları bedelsiz iade
olunacaktır.
1987 yılında 3373 sayılı
Kanunla, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki
hususi orman alanlarında yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek üzere imar
planlamasına uygun inşaat yapımına izin verilmiştir.
2018 yılında kabul
edilen 7139 sayılı kanunla Orman Kanununa eklenen Ek:16. Madde ile, yerleşim
yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı
taşımayan alanların, Cumhurbaşkanı Kararıyla orman dışına çıkarılarak, Hazine
adına tescil edilmesi, satışı ve kat karşılığı verilmesi imkanı getirilmiştir.
Bu Kanun uygulamasıyla pek çok yerin imara açılarak satışı yapılmış ve halen
yapılmaktadır.
Bu uygulamalar da, daha
iyi koruma için. Devletin mülkiyetine geçirilen ormanların daha iyi
korunmadığını, aksine ormanların bizzat devlet tarafından çeşitli amaçlarla
imara açıldığını göstermektedir.