24 Ocak 2025 Cuma

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE ORMANCILIK POLİTİKALARINA GENEL BAKIŞ ve 39 SAYILI BALTALIK KANUNU UYGULAMASI (1920-1924) HAKKINDA DÜŞÜNCELER

 

1)Giriş:

1920-1924 yıllarında yürürlükte kalan Baltalık Kanunu’yla ilgili olarak çeşitli çevrelerde olumlu ve olumsuz pek çok görüş ileri sürülmüştür. Dar bir çevrede tartışılan konu, Cumhuriyetin 50. Yılında Orman Bakanlığınca hazırlanan “Cumhuriyetin 50. Yılında Ormancılığımız” adlı eserde, söz konusu Kanunla ilgili olarak açıklanan olumsuz görüşler sonrası tartışmaların yeniden alevlendiğini söylemek mümkündür.

Olumsuz görüş bildirenler; Kanun uygulamasının ormanların tahribine yol açtığı, Kanun’un, köylüleri TBMM’nin yanına çekmek için çıkarıldığı, Kanundan beklenen amaçlara ulaşılamadığı bu nedenle 1924 yılında kaldırıldığı görüşündedirler.

Olumlu görüş bildirenler; Kanun uygulamasının orman tahribine yol açmadığı, aksine ormanların devletin yanı sıra orman köylüsünün gözetim ve denetimi altında işletilmesiyle ormanların tahribinin önlendiği görüşünü savunmuşlardır.

Kanun’un ormanların tahribine yol açtığı görüşünü savunanlar, bu görüşlerini destekleyecek verilerden yoksundurlar. Zira, Türkiye’de ilk orman varlığı haritasının 1926 yılında hazırlandığı gerçeğinden hareketle, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih ile yürürlükten kalktığı tarih arasında ülkemiz orman varlığında ne gibi değişim olduğuna dair tespitler yoktur.

Oysa asıl sorunun, Baltalık Kanunu uygulamasından değil, yeterli teknik eleman, memur ve en önemlisi para sıkıntısı nedeniyle Kanun’un uygulanamamasından kaynaklandığını söylemek daha doğru olacaktır.

Baltalık Kanunuyla ilgili tartışmaların daha iyi anlaşılması için; önce, Osmanlı Devletindeki ormanlarla ilgili mevzuatı özetlemek, sonra, Baltalık Kanunu maddelerini ve uygulamasını açıklamak, daha sonra, Cumhuriyet Dönemi ve günümüz uygulamalarına kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Böylece, Türkiye'de orman mevzuatı uygulaması hakkında da topluca fikir sahibi olan okuyucu, Baltalık Kanunu hakkında edindiği bilgileri daha iyi özümseyecek ve değerlendirecektir.

2)Osmanlı Devletinde Ormanlarla İlgili Düzenlemeler:

Osmanlı Devletinde 1858 yılına kadar, ormanlarla ilgili düzenlemeler; emirnameler, fermanlar gibi irade-i seniyye mahiyetindeki metinlerde yer almıştır. Bu düzenlemeler, esas itibarıyla ormanların korunmasına ve işletilmesine yönelik olmaktan çok, donanmanın, tophanenin ve askeriyenin kereste ve odun ihtiyaçlarının karşılanmasına yöneliktir. Bu kapsamda, ormanlarla ilgili olarak, bilhassa Dersaadet’in yakacak ihtiyacının ve vakıf hastanelerinin gelir ihtiyacının teminine yönelik düzenlemeleri sayabiliriz. Miri ormanların, yani devlete ait ormanların, bir kısmı, devletin ihtiyacı için kullanıldığından kısmen de olsa korunmuştur. Bunların dışında hiç kimsenin mülkiyetinde olamayan ormanlar, günümüzün tabiriyle devletin hüküm ve tasarrufu altındaki ormanlar “Cibal-i Mübaha” olarak herkesin kullanımına açık tutulmuştur. Bu tür ormanlardan tarla açmak için izin gerekmediği gibi vergi hasılatının artması için orman alanlarının tarım alanına dönüştürülmesinin teşvik edildiği bile söylenebilir. Zamanın teknik imkanları ve nüfus yoğunluğu dikkate alındığında bu uygulamanın orman tahribine yol açtığını söylemek zordur.

Arazi Kanunnamesiyle baltalık tabir edilen koru ve ormanların kesimi ve korunması münhasıran yöre halkına verildiğinden, ormanlar yöre halkı tarafından sahiplenilip korunmuştur.

1838’de Tanzimat Fermanının ilanı sonrası mülkiyet hakkının korunmasına yönelik bazı düzenlemelere gidilmiş, bu arada milli servet olan ormanların korunmasıyla ilgili ilave düzenlemeler yapılmak ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda, 1858 tarihli Arazi Kanunnamesinde ormanların ve baltalıkların işletilmesine ve korunmasına yönelik hükümlere de yer verilmiştir. Arazi Kanunnamesi bir yandan mülkiyet hakkının korunmasına yönelik hükümler getirirken diğer taraftan tapusuz (ba tapu) yerlere tapu verilmesi uygulamasının önünü açmıştır. Bu kapsamda, bazı üst kademe devlet görevlilerinin ve fırsatçıların kendi lehlerine tapu çıkardıklarını, orman kapsamında olan yerlerin bir bölümünü kendi tapuları içine aldıklarını görmekteyiz. Hangi devlet erkanının bu yolla ne kadar tapu edindiğine yönelik kapsamlı bir çalışmaya rastlamadıysak da Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın (Koca Reşit Paşa) İstanbul ve civarında çok geniş orman ve tarım arazileri edindiğini tapu kayıtlarından öğreniyoruz.

Arazi Kanunnamesi orman tapusu ile arazi tapusu ayırımı yapmadığından, orman alanlarının araziye ilişkin kanun hükümleri kapsamında değerlendirilip tapuya bağlandığını görmekteyiz. Bu yazının amacı, Arazi Kanunnamesi hükümlerini incelemek olmadığından bu konuda daha fazla detaya girmiyoruz. Ancak şunu söylemeliyiz ki, Arazi Kanunnamesi mülkiyet hakkının korunmasına yönelik bazı hükümler getirmişse de ormanların korunmasında yetersiz kalmıştır. 1870 yılında çıkarılan Orman Nizamnamesiyle, yeni bir anlayışla, orman mevzuatı yeniden düzenlenmiştir. Orman Nizamnamesinden de beklenilen sonucun alındığını söylemek mümkün değildir.

Orman Nizamnamesinde ormanlar; miri ormanlar, vakıflara ait ormanlar, kasaba ve köylere mahsus baltalıklar ve şahıslara ait ormanlar olarak dört kısımda tanımlanmıştır.

Orman Nizamnamesine göre; köylünün zorunlu ihtiyacı olan ev, ambar, ağıl, kümes gibi binaları inşa etmek, zirai alet, araba, odun, kömür, kereste ve benzeri ihtiyaçları için ormandan kesim yapmak ücretsiz olmakla birlikte izne tabidir.

II. Meşrutiyet döneminde, 1917 yılında “Ormanların Usul-i İdaresi ve Fenniyeleri Hakkında Kanun”ile yeni düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz.

Osmanlı Devleti’nin son yüz yılında buharlı makine teknolojisinin gelişmesiyle birlikte demiryolları inşaatında kullanılacak traverslerin ve telgraf direği temini için ulaşımı nispeten kolay ormanlardan aşırı ağaç kesimi orman varlığının azalmasında önemli etkenler olmuştur. Trakya ve Anadolu’daki yüz yıllık meşe ağaçları travers yapımında kullanılmak için kesilmiş ve buhar gücüyle çalışan hızarlarda travers olarak şekillendirilmiştir. Traversler bir süre gaz yağında yatırıldıktan sonra kullanılmıştır. Sağlamlığından hiç bir şey kaybetmemiş olan bu traversler günümüzde Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğünce çevre düzenlemesi işlerinde kullanılmak üzere belediyelere ve vatandaşlara satılmış ve halen de satılmaktadır. Telgraf direkleri için de yoğun ağaç kesimleri olmuştur.

 Daha sonra, şimendifer kazanlarında yakıt olarak kullanmak üzere ormanlardan ağaç kesimi ülkemiz orman varlığını olumsuz yönde etkilemiştir.

(1853-1856) Kırım Harbi, (1877-1878) 93 Harbi, (1912-1913) Balkan Harbi badireleri ile mali dengesi tamamen bozulmuş Osmanlı Devleti, bütçe gelirleri tahsilatının önemli bir bölümünü Duyun-u Umumiye İdaresine devretmek zorunda kalmıştır. Durum böyle iken, Osmanlı Devleti girdiği Birinci Dünya Harbinden de mağlup olarak çıkmıştır. Savaş sonrası orduları dağıtılmış devlete, çok ağır şartlar taşıyan Sevr Anlaşması imzalatılmıştır.

Sonu gelmeyen savaşlar Osmanlı Devletinin ekonomisini adeta yok etmiş, ülke insanını bezgin ve bitkin hale getirmiştir. Bu dönemde Devletin elindeki en önemli milli servet ormanlardır.

 

 

3) 11.10.1920 Tarihli ve 39 sayılı Baltalık Kanunu ve Uygulaması:

Zor şartlar altında yaşam mücadelesi veren Anadolu insanı Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde Kurtuluş Savaşı vermek zorundaydı. Bu savaşın kazanılması için halkın savaşa gönüllü katılımının sağlanması gerekecektir. Bu ortamda halk, her türlü siyasi yapılanmaya ve liderinin söylediklerine temkinli yaklaşmaktadır. TBMM, halkın ve devletin tükenmişliğini daha da arttıracak tedbirlere başvurmadan ölüm kalım savaşını başarmanın mümkün olmadığını görmekte ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda meclis üyesi pek çok kişide tereddütler vardı.

Mustafa Kemal Paşa’nın, TBMM’nin yetkilerini üç ay süreyle kullanmak şartıyla, başkomutanlığı üstlenmeyi kabul edeceğine dair önergenin 5 Ağustos 1921 gün ve 144 sayılı Kanunun kabulü sonrası Paşa, başkomutanlık görevine başladıktan iki gün sonra, başkomutan olarak, 7 ve 8 Ağustos 1921 günlerinde, Tekalif-i Milliye emirlerini yayımlamıştır. Bu emirler Kurtuluş Savaşının hangi şartlar altında kazanıldığını çok net göstermektedir.

TBMM hükümeti, Osmanlı Devletinden her şeyi ile tükenmiş mali yapıyı devralmış, Kurtuluş Savaşı boyunca da bu yapıyı değiştirmeye yönelik düzenlemeleri savaş sonrasına ertelemiştir. Baltalık Kanunu, devletin ve milletin her bakımdan tükendiği, olağan üstü dönemde kabul edilmiştir. Kanunla, orman köylüsünün bir nebze olsun nefes almasını sağlamak, devletin ve ordunun acil yakacak ihtiyacının karşılaması amaçlanmıştır. Bu bakımdan, Kanunun sadece orman köyleri için çıkarıldığını söylemek doğru olmaz.

Baltalık Kanunu’nun bazı önemli maddeleri hakkında bilgi verirsek:

Madde 1

Baltalık Kanunu’nun getirdiği imkanlardan ormanlara bitişik veya en fazla yirmi kilometre mesafedeki köyler halkı istifade edecektir. Vakıflara ait ormanlar bu kanun kapsamında değildir. Her bir haneye en fazla on sekiz dönüm gelecek kadar baltalık verilecektir. Dağıtım, kesim ve mahalli mühendis ve tapu memurlarının denetiminde yapılacak olup köy ihtiyar heyeti ormanların korunmasından doğrudan sorumlu olacaktır. Kanuna göre ormanlar köy tüzel kişiliği namına tapuya kaydedilecek ve kullanımı köy ihtiyar heyetinin nezaret ve mesuliyeti altında köy halkına ait olacaktır. Köy tüzel kişiliğine verilen hak, kullanım hakkı değil mülkiyet hakkıdır.

Ormana 20 kilometre mesafeden uzak köyler halkının Baltalık Kanunuyla getirilen imkanlardan yararlanamayacak olması haksızlık olarak görülebilir. Bu konu TBMM’de de dile getirilmiştir. Ancak burada belli bir sınır getirilmemesi halinde ormanların tahribe uğrayacağı, köyler arasında ihtilaflar çıkacağı değerlendirilerek 20 kilometre mesafe şartı getirilmiştir. Buna rağmen uygulamada sıkıntılar yaşanmıştır. Orman içinde veya bitişiğinde yaşayan orman köylüsü kadimden beri istifade ettiği, adeta kendi malıymış gibi gördüğü ormanı paylaşmak istemeyecek bu durum kanundan amaçlanan sonucu ulaşmaya engel olacaktır. Böyle bir sınırlama getirilmesi uygun olmuştur. Tersi durumda, köyler arasında istenmeyen çatışmalar olması muhtemeldir.

Yukarıda da değindiğimiz üzere Baltalık Kanunuyla, bir taraftan harap ve bitap düşmüş orman köylüsünün cebine birkaç kuruş para girmesi, diğer taraftan Devletin acil ihtiyaç duyduğu yakacak odunun uygun şartlarla temini amaçlanmıştır. Unutulmamalıdır ki bu dönemde şimendiferlerin ihtiyaç duyduğu kömür madeni ocakları kısmen düşman işgali altındadır. Çalışabilecek durumda olan ocaklar ise yeterli işçi ve teknik ekip eksikliğinden dolayı çalıştırılamamaktadır.

Madde 2

Köyler civarındaki ormanların bir kısmı şahısların mülkiyetinde bulunmasından dolayı, yeterli baltalık ayrılması mümkün olmazsa civardaki şahıslara ait ormanlar takdir edilecek kıymeti üzerinden satın alınacak veya istimlak edilecek, istimlak bedeli köylü tarafından peşin ödenecek ve orman köyü namına tapulanacaktır. Köylü parayı temin edemezse T.C. Ziraat Bankasından kredi kullandırılacaktır. Bedeli düşük gören orman sahiplerinin mahkemeye müracaat hakları olacaktır.

Bu maddenin uygulanması için yeterli kaynak bulunamadığından kanun uygulaması eksik kalmış veya hiç uygulanamamıştır.

Madde 3

Köy civarındaki şahıslara ait ormanların mülkiyeti ihtilaflı ise takdir edilen bedel ileride belirlenecek tarafa ödenmek üzere Ziraat Bankasına depo edilecektir.

Madde 4

Elinde resmi izin olmayan hiç kimse devlet ormanlarına giremeyecek ve hayvan sokmayacaktır.

Madde 5

Birinci ve ikinci maddelere göre baltalığa sahip olan köy ahalisinin ormandan keserek satacakları orman mahsullerinin satışı her türlü vergiden muaf olacaktır. Köy ihtiyar heyetinin kararıyla, köyün imarı için gerekli para, üretilen kereste ve odunun bir kısmı köy ihtiyar heyetince satılıp köyün imarında kullanılmak üzere köy tüzel kişiliği namına Ziraat Bankasına yatırılacaktır.

6,7,8 ve 9. Maddeler Orman Nizamnamesinin uygulamasıyla ilgilidir.

Baltalık Kanunu uygulamasından beklenen amacın tam olarak gerçekleştiği söylenemese de, köy İhtiyar heyetine tanınan yetkiler dikkate alındığında, kanun uygulamasında halkın katılımının ön plana çıkarıldığını söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında; halka doğru gitmek isteyen, halka yukarıdan bakan hükümet yerine halkın yanında ve onun katılımının önemini kavramış bir hükümetin iş başında olduğu gösterilmek istenmiştir. Meclisteki müzakereler sırasında bir taraftan ormanların korunmasının önemi vurgulanırken diğer taraftan halkın ihtiyaçlarının göz ardı edilmeden, halkın katılımıyla uygulamanın yapılması için tedbirler alınmasının önemi milletvekillerince sıklıkla dile getirilmiştir.

Mustafa Kemal Paşa imzasıyla TBMM ne sunulan tezkerede“ Köylülere hakkı kanunilerinden daha serbest istifade fırsatını vermek ve miri ormanların muhafaza ve inzibatını temin etmek üzere mücavir köylerle ahalisi odunculuk ve kömürcülük ile geçinen köylere baltalık tefrik ve tahdidine dair Umuru İktisadiye Vekaletince tanzim kılınan kanun lahiyası ve esbabı mucibe mazbatası Heyeti Vekilenin 22 Eylül 1920 tarihindeki içtimaında ladelmutalaa tasvip edilmiş ve ilişikte takdim edilmiş olmakla ifayı muktezasını rica ederim.denilerek Orman Kanununun çıkarılma gerekçesinin ana fikri açıklanmıştır.

Baltalık Kanunuyla ilgili olarak olumlu olumsuz çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Biz bu yazımızla, Baltalık Kanunu hakkında geniş çaplı bilgi vermekten ziyade bir dönemde uygulanmış ve tartışma konusu olmuş hususlara tekrar değinmek ve kendi görüşlerimizi de ekleyerek, olaya yeniden ışık tutmak istedik.

Baltalık Kanununu, zamanın dayattığı şartları dikkate almadan eleştirmek doğru olmaz. Yoksul Türk halkının ölüm kalım savaşı verdiği yıllarda eldeki bütün imkanların savaşın kazanılması için ordunun emrine verilmesi kaçınılmazdı. İç cephenin de olduğunca sağlam tutulması savaşa katılımın sağlanması bakımından çok önemliydi. Cepheye asker sevkiyatı için lokomotiflerde yakılacak kömür dahi yoktu. Kömür bulsanız odun olmadan kömürü yakamazsınız. Bu olumsuzluklar saymakla bitmez. “Yoksulların Zaferi” olarak nitelenen Kurtuluş Savaşı şartlarını bilmeden, anlamadan Baltalık Kanununu maddeler bazında eleştirirsek bize göre doğru bir değerlendirme yapmış olmayız. Bana göre Baltalık Kanunu, zamanın şartları içinde, iyi hazırlanmış bir kanundur. Kanun bir yandan köylüyü biraz olsun ferahlatmış, bir yandan da ordunun acil ihtiyaç duyduğu odunun teminine imkan sağlamıştır. Ormanların tahribine yol açtığı iddialarına ilişkin elde hiçbir veri yoktur.

Baltalık Kanunundan sonra 26 Mart 1921 tarih ve 109 sayılı “Resmi Dairelere ve Fakir Halka Dağıtılacak Yakacak ve Askeri Kurumların İhtiyaç Duyduğu Telgraf ve Telefon Direkleri ve Yakacak Odunun Müzayede Olmadan Tarife Bedeli Üzerinden Verilmesi Hakkında Kanun”ile 31 Ekim 1921 tarih ve 161 sayılı“Düşman Tarafından Tahrip ve Yağma Edilen Kasabalar ve Köy Halkının Devlet Ormanlarından Kesim Yapması Hakkında Kanun”yayımlandı.

4)Baltalık Kanunu Sonrası Ormancılık Politikasıyla İlgili Bazı Önemli Düzenlemeler ve Devletin Ormancılık Politikasıyla İlgili Bazı tespitlerimiz:

1937 Yılında kabul edilen 3116 sayılı Orman Kanunuyla ormancılık alanında yeni bir döneme geçilmiştir. 3116 sayılı Kanun, ormanların tamamının devlet mülkiyetinde olması halinde daha iyi korunacağı fikrinden hareketle hazırlanmıştır Ancak, 1945 yılına kadar devletleştirme uygulaması yoktur. 3116 sayılı Kanun 1956 yılında kabul edilen ve halen yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Kanununa temel oluşturmuştur.

1945 yılında kabul edilen 4785 sayılı Kanunla; vakıflara, köy tüzel kişilerine, özel ve tüzel kişilere ait bütün ormanlar bir gecede devletin mülkiyetine geçirilmiştir. Bu kanunun 1. Maddesinde “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte var olan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer.” Denilmektedir. Kanun, 1.Maddesi dahil, halen yürürlüktedir. 1950 yılında kabul edilen 5658 sayılı Kanunla devletleştirilen ormanların bir kısmı eski sahiplerine iade edildiyse de köylere ve köyler halkının sahibi olduğu özel ormanların iadesi çeşitli nedenlerle gerçekleşmemiştir. Bunun nedenlerine, bu yazının konusu olmadığından girmiyoruz. Ancak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Devletleştirilen ormanlar, Devlet tarafından maalesef korunmamış veya korunamamıştır. Günümüz 2B uygulaması bu görüşümüzü destekleyen en önemli olgudur. Kısacası; 4785 sayılı Kanundan beklenen amaca ulaşılmamış, aksine Kanun mevcut ormanların daha fazla yol açtığı gibi, adalet anlayışından uzak hükümler içirdiği için vatandaşların devlete olan güvenini sarsmıştır.

Orman Vasfını Kaybetmiş Yerlerin orman Dışına Çıkarılması Uygulamaları (2B) :

1961 Anayasası’nın 131.Maddesinde 1970 yılında 1255 sayılı Kanunla  yapılan değişiklikle, Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce (20.07.1961) bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvalık, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerin orman sınırları dışına çıkarılmasına imkan tanınmıştır. 1961 Anayasasında yapılan bu değişikliğe paralel olarak, 1973 yılında 1744 Sayılı Kanunla 6831 sayılı Orman Kanununun 2/B Maddesinde değişiklik yapılmış ve 15.10. 1961 gününden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerin orman dışına çıkarılması mümkün hale gelmiştir. 1961 Anayasasının orman dışına çıkarmaya ilişkin hükümlerine, 1982 Anayasasının 169 ve 170. Maddelerinde yer verilerek; bu defa 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybeden yerlerin orman sınırları dışına çıkarılması esası getirilmiştir.

Yapılan değişiklikler sonrası, Anayasa ve kanunlar bilim ve fen bakımından orman vasfını kaybetmiş yerlerin orman sınırları dışına çıkarılmasına imkan verdiyse de, orman dışına çıkarılan yerlerin satılıp satılmayacağına dair net bir hüküm getirmemiştir. 2003 yılında, Anayasanın 169 ve 170. Maddelerinde değişiklik yapılarak orman dışına çıkarılan yerlerin (2B) satışına imkan tanınmıştır. Ancak, bu değişiklikler, tekrar görüşülmek üzere Cumhurbaşkanınca TBMM’ye geri gönderildiğinden kanunlaşmamıştır. Mevcut yönetim bu konuda bir süre ısrarlı olmamıştır.

Bilhassa, büyük şehirlerin çeperlerinde orman tapusu içindeki yerler zaman içinde işgale uğramış, işgaller geri dönülemez aşamaya gelince 15.01.2009 tarihli ve 5831 sayılı Kanunun 8 inci maddesiyle 3402 sayılı Kanuna eklenen Ek 4 üncü maddesi kapsamında fiili kullanıcıların tespiti için kadastro çalışmaları başlatılmıştır.

2012 yılında iktidar ve muhalefet oylarıyla kabul edilen 6292 sayılı Kanunla (Halk arasında 2 B Kanunu olarak anılır) orman dışına çıkarılan yerlerin hak sahiplerine satışına ilişkin düzenlemeler yapılmış ve satışlara başlanmıştır. Satışlar halen devam etmektedir

2018 yılında kabul edilen 7139 sayılı Kanunla Orman Kanununa eklenen Ek:16. Madde ile  yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanların, Cumhurbaşkanı Kararıyla orman dışına çıkarılarak, Hazine adına tescil edilmesi, satışı ve kat karşılığı verilmesi imkanı getirilmiştir. Bu Kanun uygulamasıyla pek çok yerin imara açılarak satışı yapılmış ve halen yapılmaktadır.

Orman Dışına Çıkarılan 2 B Taşınmazlarının Satışına İlişkin Bazı Tespit ve Eleştirilerimiz:

1) 1744, 2896 ve 3302 sayılı Kanunlarla orman sınırı dışına çıkarılan, evveliyatı itibarıyla kişiler adına tapulu olan, bedel ödenmeden 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen yerlerin eski sahiplerine (sahip-i evvellerine) iadesi mümkündü. 6292 sayılı Kanun ve 6831 sayılı Kanuna eklenen EK:16.Maddeler kapsamında orman dışına çıkarılan yerlerin eski sahiplerine iadesi yolu maalesef kapatılmıştır. Bu kapsamdaki taşınmazların eski sahipleri kendi tapulu taşınmazlarını devletten yıllar sonra satın almak zorunda kalmışlardır.

Burada, kamuoyunda pek bilinmeyen bir hususa açıklık getirmek isterim: 4785 sayılı Kanun ormanları, filen orman olup olmadığına bakmaksızın tapu kayıtları üzerine şerh düşmek suretiyle bir gecede devletleştirmiştir. Devletleştirilen tapuların kapsadığı alanların bir bölümünün fiilen orman vasfında olmadığı, orman tahdit haritası sınırları dışında kaldığı sonradan anlaşılmıştır. İşte bu fiilen orman olmayan yerler, devlet ödeme yapmadıysa, eski sahiplerine iade ediliyordu. 6292 ve 7139 sayılı Kanunlarla yapılan düzenlemelerde bu “sahibi evveline” iade işlemine yer verilmemiştir.

Bugün, devlet tarafından iskanen verilen veya sair surette kişiler adına kayıtlı taşınmazların tapularının orman tapusu ile çakışması halinde, şahıs tapularının orman içinde kalan kısımları 2 B olarak orman dışına çıkarılsa dahi şahıslara iade edilmemektedir. AİHM ve AYM kararları, iptal edilmeyen tapu kayıtlarının geçerli olduğu yönündeyse de uygulama farklıdır. Bu konu geniş kapsamlı olduğundan burada kısaca yer almıştır.

2) 2018 yılında kabul edilen 7139 sayılı Kanunla Orman Kanununa eklenen Ek:16. Madde ile orman dışına çıkarma olgusunun kapsamı oldukça genişlemiştir.

3) 1987 yılında 3373 sayılı Kanunla, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki hususi orman alanlarında yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek üzere imar planlamasına uygun inşaat yapımına izin verilmiştir.

Bu uygulamalar da gösteriyor ki, ormanların daha iyi korunması için özel mülkiyetteki ormanlar dahil, bütün ormanların Devletin mülkiyetine geçirilmesi ormanların korunmasında etkili olmamış, aksine ormanların bizzat devlet tarafından çeşitli amaçlarla imara açılması sonucunu doğurmuştur.

SONUÇ YERİNE GÖRÜŞLER:

Bu yazımızda, Osmanlı’dan günümüze Devletin ormancılık alanında yaptığı düzenlemeleri özetledik, günümüz uygulamalarına kısaca yer verdik. İlgi duyanlar bu konudaki pek çok araştırmalardan yararlanabilirler.

Baltalık Kanununu, zamanın dayattığı şartları dikkate almadan eleştirmek doğru olmaz. “Yoksulların Zaferi” olarak nitelenen Kurtuluş Savaşı şartlarını bilmeden, anlamadan Baltalık Kanununu maddeler bazında eleştirirsek bize göre doğru bir değerlendirme yapmış olmayız. Bana göre Baltalık Kanunu, zamanın şartları içinde, iyi hazırlanmış bir kanundur. Kanun bir yandan köylüyü biraz olsun ferahlatmış, bir yandan da ordunun acil ihtiyaç duyduğu odunun teminine imkan sağlamıştır. Ormanların tahribine yol açtığı iddialarına ilişkin elde hiçbir veri yoktur.

Bize göre ormanların devletleştirilmesi uygulamalarından beklenen sonuç gerçekleşmemiş, aksine vatandaştan bedelsiz olarak devlete aktarılan ormanların büyük bölümü ya imara açılarak satılmış ya da devletleştirilen orman arazileri kamu veya özel sektör yatırımları için kullanılmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

    YIL 1941   İkinci Dünya Savaşı patlamıştı.  " Barbarossa Harekatı" başladı, Sovyetler Birliği'nin Nazi Almanyası tarafında...