OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE
ORMANCILIK POLİTİKALARINA GENEL BAKIŞ ve 39 SAYILI BALTALIK KANUNU UYGULAMASI
(1920-1924) HAKKINDA DÜŞÜNCELER
1)Giriş:
1920-1924 yıllarında
yürürlükte kalan Baltalık Kanunu’yla ilgili olarak çeşitli çevrelerde olumlu ve
olumsuz pek çok görüş ileri sürülmüştür. Dar bir çevrede tartışılan konu, Cumhuriyetin
50. Yılında Orman Bakanlığınca hazırlanan “Cumhuriyetin 50. Yılında
Ormancılığımız” adlı eserde, söz konusu Kanunla ilgili olarak açıklanan
olumsuz görüşler sonrası tartışmaların yeniden alevlendiğini söylemek
mümkündür.
Olumsuz görüş bildirenler; Kanun uygulamasının ormanların tahribine
yol açtığı, Kanun’un, köylüleri TBMM’nin yanına çekmek için çıkarıldığı,
Kanundan beklenen amaçlara ulaşılamadığı bu nedenle 1924 yılında kaldırıldığı
görüşündedirler.
Olumlu görüş bildirenler; Kanun uygulamasının orman tahribine yol
açmadığı, aksine ormanların devletin yanı sıra orman köylüsünün gözetim ve
denetimi altında işletilmesiyle ormanların tahribinin önlendiği görüşünü
savunmuşlardır.
Kanun’un ormanların
tahribine yol açtığı görüşünü savunanlar, bu görüşlerini destekleyecek
verilerden yoksundurlar. Zira, Türkiye’de ilk orman varlığı haritasının 1926
yılında hazırlandığı gerçeğinden hareketle, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih
ile yürürlükten kalktığı tarih arasında ülkemiz orman varlığında ne gibi
değişim olduğuna dair tespitler yoktur.
Oysa asıl sorunun,
Baltalık Kanunu uygulamasından değil, yeterli teknik eleman, memur ve en
önemlisi para sıkıntısı nedeniyle Kanun’un uygulanamamasından kaynaklandığını
söylemek daha doğru olacaktır.
Baltalık Kanunuyla
ilgili tartışmaların daha iyi anlaşılması için; önce, Osmanlı Devletindeki
ormanlarla ilgili mevzuatı özetlemek, sonra, Baltalık Kanunu maddelerini ve
uygulamasını açıklamak, daha sonra, Cumhuriyet Dönemi ve günümüz uygulamalarına
kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Böylece, Türkiye'de orman mevzuatı
uygulaması hakkında da topluca fikir sahibi olan okuyucu, Baltalık Kanunu
hakkında edindiği bilgileri daha iyi özümseyecek ve değerlendirecektir.
2)Osmanlı Devletinde
Ormanlarla İlgili Düzenlemeler:
Osmanlı Devletinde 1858
yılına kadar, ormanlarla ilgili düzenlemeler; emirnameler, fermanlar gibi
irade-i seniyye mahiyetindeki metinlerde yer almıştır. Bu düzenlemeler, esas
itibarıyla ormanların korunmasına ve işletilmesine yönelik olmaktan çok,
donanmanın, tophanenin ve askeriyenin kereste ve odun ihtiyaçlarının
karşılanmasına yöneliktir. Bu kapsamda, ormanlarla ilgili olarak, bilhassa
Dersaadet’in yakacak ihtiyacının ve vakıf hastanelerinin gelir ihtiyacının
teminine yönelik düzenlemeleri sayabiliriz. Miri ormanların, yani devlete ait
ormanların, bir kısmı, devletin ihtiyacı için kullanıldığından kısmen de olsa
korunmuştur. Bunların dışında hiç kimsenin mülkiyetinde olamayan ormanlar,
günümüzün tabiriyle devletin hüküm ve tasarrufu altındaki ormanlar “Cibal-i
Mübaha” olarak herkesin kullanımına açık tutulmuştur. Bu tür ormanlardan tarla
açmak için izin gerekmediği gibi vergi hasılatının artması için orman
alanlarının tarım alanına dönüştürülmesinin teşvik edildiği bile söylenebilir.
Zamanın teknik imkanları ve nüfus yoğunluğu dikkate alındığında bu uygulamanın
orman tahribine yol açtığını söylemek zordur.
Arazi Kanunnamesiyle
baltalık tabir edilen koru ve ormanların kesimi ve korunması münhasıran yöre
halkına verildiğinden, ormanlar yöre halkı tarafından sahiplenilip korunmuştur.
1838’de Tanzimat
Fermanının ilanı sonrası mülkiyet hakkının korunmasına yönelik bazı düzenlemelere
gidilmiş, bu arada milli servet olan ormanların korunmasıyla ilgili ilave
düzenlemeler yapılmak ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda, 1858 tarihli Arazi
Kanunnamesinde ormanların ve baltalıkların işletilmesine ve korunmasına yönelik
hükümlere de yer verilmiştir. Arazi Kanunnamesi bir yandan mülkiyet hakkının
korunmasına yönelik hükümler getirirken diğer taraftan tapusuz (ba tapu)
yerlere tapu verilmesi uygulamasının önünü açmıştır. Bu kapsamda, bazı üst
kademe devlet görevlilerinin ve fırsatçıların kendi lehlerine tapu
çıkardıklarını, orman kapsamında olan yerlerin bir bölümünü kendi tapuları
içine aldıklarını görmekteyiz. Hangi devlet erkanının bu yolla ne kadar tapu
edindiğine yönelik kapsamlı bir çalışmaya rastlamadıysak da Sadrazam Mustafa
Reşit Paşa’nın (Koca Reşit Paşa) İstanbul ve civarında çok geniş orman ve tarım
arazileri edindiğini tapu kayıtlarından öğreniyoruz.
Arazi Kanunnamesi orman
tapusu ile arazi tapusu ayırımı yapmadığından, orman alanlarının araziye
ilişkin kanun hükümleri kapsamında değerlendirilip tapuya bağlandığını
görmekteyiz. Bu yazının amacı, Arazi Kanunnamesi hükümlerini incelemek
olmadığından bu konuda daha fazla detaya girmiyoruz. Ancak şunu söylemeliyiz
ki, Arazi Kanunnamesi mülkiyet hakkının korunmasına yönelik bazı hükümler
getirmişse de ormanların korunmasında yetersiz kalmıştır. 1870 yılında
çıkarılan Orman Nizamnamesiyle, yeni bir anlayışla, orman mevzuatı yeniden
düzenlenmiştir. Orman Nizamnamesinden de beklenilen sonucun alındığını söylemek
mümkün değildir.
Orman Nizamnamesinde
ormanlar; miri ormanlar, vakıflara ait ormanlar, kasaba ve köylere mahsus
baltalıklar ve şahıslara ait ormanlar olarak dört kısımda tanımlanmıştır.
Orman Nizamnamesine
göre; köylünün zorunlu ihtiyacı olan ev, ambar, ağıl, kümes gibi binaları inşa
etmek, zirai alet, araba, odun, kömür, kereste ve benzeri ihtiyaçları için
ormandan kesim yapmak ücretsiz olmakla birlikte izne tabidir.
II. Meşrutiyet
döneminde, 1917 yılında “Ormanların Usul-i İdaresi ve Fenniyeleri Hakkında
Kanun”ile yeni düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz.
Osmanlı Devleti’nin son
yüz yılında buharlı makine teknolojisinin gelişmesiyle birlikte demiryolları
inşaatında kullanılacak traverslerin ve telgraf direği temini için ulaşımı
nispeten kolay ormanlardan aşırı ağaç kesimi orman varlığının azalmasında
önemli etkenler olmuştur. Trakya ve Anadolu’daki yüz yıllık meşe ağaçları
travers yapımında kullanılmak için kesilmiş ve buhar gücüyle çalışan hızarlarda
travers olarak şekillendirilmiştir. Traversler bir süre gaz yağında yatırıldıktan
sonra kullanılmıştır. Sağlamlığından hiç bir şey kaybetmemiş olan bu traversler
günümüzde Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğünce çevre düzenlemesi işlerinde
kullanılmak üzere belediyelere ve vatandaşlara satılmış ve halen de
satılmaktadır. Telgraf direkleri için de yoğun ağaç kesimleri olmuştur.
Daha sonra, şimendifer kazanlarında yakıt
olarak kullanmak üzere ormanlardan ağaç kesimi ülkemiz orman varlığını olumsuz
yönde etkilemiştir.
(1853-1856) Kırım Harbi,
(1877-1878) 93 Harbi, (1912-1913) Balkan Harbi badireleri ile mali dengesi
tamamen bozulmuş Osmanlı Devleti, bütçe gelirleri tahsilatının önemli bir
bölümünü Duyun-u Umumiye İdaresine devretmek zorunda kalmıştır. Durum böyle
iken, Osmanlı Devleti girdiği Birinci Dünya Harbinden de mağlup olarak çıkmıştır.
Savaş sonrası orduları dağıtılmış devlete, çok ağır şartlar taşıyan Sevr
Anlaşması imzalatılmıştır.
Sonu gelmeyen savaşlar
Osmanlı Devletinin ekonomisini adeta yok etmiş, ülke insanını bezgin ve bitkin hale
getirmiştir. Bu dönemde Devletin elindeki en önemli milli servet ormanlardır.
3) 11.10.1920 Tarihli ve
39 sayılı Baltalık Kanunu ve Uygulaması:
Zor şartlar altında
yaşam mücadelesi veren Anadolu insanı Mustafa Kemal Paşanın önderliğinde
Kurtuluş Savaşı vermek zorundaydı. Bu savaşın kazanılması için halkın savaşa
gönüllü katılımının sağlanması gerekecektir. Bu ortamda halk, her türlü siyasi
yapılanmaya ve liderinin söylediklerine temkinli yaklaşmaktadır. TBMM, halkın ve devletin
tükenmişliğini daha da arttıracak tedbirlere başvurmadan ölüm kalım savaşını
başarmanın mümkün olmadığını görmekte ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda
meclis üyesi pek çok kişide tereddütler vardı.
Mustafa Kemal Paşa’nın,
TBMM’nin yetkilerini üç ay süreyle kullanmak şartıyla, başkomutanlığı
üstlenmeyi kabul edeceğine dair önergenin 5 Ağustos 1921 gün ve 144 sayılı
Kanunun kabulü sonrası Paşa, başkomutanlık görevine başladıktan iki gün sonra,
başkomutan olarak, 7 ve 8 Ağustos 1921 günlerinde, Tekalif-i Milliye emirlerini
yayımlamıştır. Bu emirler Kurtuluş Savaşının hangi şartlar altında
kazanıldığını çok net göstermektedir.
TBMM hükümeti, Osmanlı
Devletinden her şeyi ile tükenmiş mali yapıyı devralmış, Kurtuluş Savaşı
boyunca da bu yapıyı değiştirmeye yönelik düzenlemeleri savaş sonrasına
ertelemiştir. Baltalık Kanunu, devletin ve milletin her bakımdan tükendiği,
olağan üstü dönemde kabul edilmiştir. Kanunla, orman köylüsünün bir nebze olsun
nefes almasını sağlamak, devletin ve ordunun acil yakacak ihtiyacının
karşılaması amaçlanmıştır. Bu bakımdan, Kanunun sadece orman köyleri için
çıkarıldığını söylemek doğru olmaz.
Baltalık Kanunu’nun bazı
önemli maddeleri hakkında bilgi verirsek:
Madde 1
Baltalık Kanunu’nun
getirdiği imkanlardan ormanlara bitişik veya en fazla yirmi kilometre
mesafedeki köyler halkı istifade edecektir. Vakıflara ait ormanlar bu kanun
kapsamında değildir. Her bir haneye en fazla on sekiz dönüm gelecek kadar
baltalık verilecektir. Dağıtım, kesim ve mahalli mühendis ve tapu memurlarının
denetiminde yapılacak olup köy ihtiyar heyeti ormanların korunmasından doğrudan
sorumlu olacaktır. Kanuna göre ormanlar köy tüzel kişiliği namına tapuya
kaydedilecek ve kullanımı köy ihtiyar heyetinin nezaret ve mesuliyeti altında
köy halkına ait olacaktır. Köy tüzel kişiliğine verilen hak, kullanım hakkı
değil mülkiyet hakkıdır.
Ormana 20 kilometre
mesafeden uzak köyler halkının Baltalık Kanunuyla getirilen imkanlardan
yararlanamayacak olması haksızlık olarak görülebilir. Bu konu TBMM’de de dile
getirilmiştir. Ancak burada belli bir sınır getirilmemesi halinde ormanların
tahribe uğrayacağı, köyler arasında ihtilaflar çıkacağı değerlendirilerek 20
kilometre mesafe şartı getirilmiştir. Buna rağmen uygulamada sıkıntılar
yaşanmıştır. Orman içinde veya bitişiğinde yaşayan orman köylüsü kadimden beri
istifade ettiği, adeta kendi malıymış gibi gördüğü ormanı paylaşmak istemeyecek
bu durum kanundan amaçlanan sonucu ulaşmaya engel olacaktır. Böyle bir
sınırlama getirilmesi uygun olmuştur. Tersi durumda, köyler arasında istenmeyen
çatışmalar olması muhtemeldir.
Yukarıda da değindiğimiz
üzere Baltalık Kanunuyla, bir taraftan harap ve bitap düşmüş orman köylüsünün
cebine birkaç kuruş para girmesi, diğer taraftan Devletin acil ihtiyaç duyduğu
yakacak odunun uygun şartlarla temini amaçlanmıştır. Unutulmamalıdır ki bu
dönemde şimendiferlerin ihtiyaç duyduğu kömür madeni ocakları kısmen düşman
işgali altındadır. Çalışabilecek durumda olan ocaklar ise yeterli işçi ve
teknik ekip eksikliğinden dolayı çalıştırılamamaktadır.
Madde 2
Köyler civarındaki
ormanların bir kısmı şahısların mülkiyetinde bulunmasından dolayı, yeterli
baltalık ayrılması mümkün olmazsa civardaki şahıslara ait ormanlar takdir
edilecek kıymeti üzerinden satın alınacak veya istimlak edilecek, istimlak
bedeli köylü tarafından peşin ödenecek ve orman köyü namına tapulanacaktır.
Köylü parayı temin edemezse T.C. Ziraat Bankasından kredi kullandırılacaktır.
Bedeli düşük gören orman sahiplerinin mahkemeye müracaat hakları olacaktır.
Bu maddenin uygulanması
için yeterli kaynak bulunamadığından kanun uygulaması eksik kalmış veya hiç
uygulanamamıştır.
Madde 3
Köy civarındaki
şahıslara ait ormanların mülkiyeti ihtilaflı ise takdir edilen bedel ileride
belirlenecek tarafa ödenmek üzere Ziraat Bankasına depo edilecektir.
Madde 4
Elinde resmi izin
olmayan hiç kimse devlet ormanlarına giremeyecek ve hayvan sokmayacaktır.
Madde 5
Birinci ve ikinci
maddelere göre baltalığa sahip olan köy ahalisinin ormandan keserek satacakları
orman mahsullerinin satışı her türlü vergiden muaf olacaktır. Köy ihtiyar
heyetinin kararıyla, köyün imarı için gerekli para, üretilen kereste ve odunun
bir kısmı köy ihtiyar heyetince satılıp köyün imarında kullanılmak üzere köy
tüzel kişiliği namına Ziraat Bankasına yatırılacaktır.
6,7,8 ve 9. Maddeler
Orman Nizamnamesinin uygulamasıyla ilgilidir.
Baltalık Kanunu
uygulamasından beklenen amacın tam olarak gerçekleştiği söylenemese de, köy
İhtiyar heyetine tanınan yetkiler dikkate alındığında, kanun uygulamasında
halkın katılımının ön plana çıkarıldığını söylemek mümkündür. Bu açıdan
bakıldığında; halka doğru gitmek isteyen, halka yukarıdan bakan hükümet yerine
halkın yanında ve onun katılımının önemini kavramış bir hükümetin iş başında
olduğu gösterilmek istenmiştir. Meclisteki müzakereler sırasında bir taraftan
ormanların korunmasının önemi vurgulanırken diğer taraftan halkın
ihtiyaçlarının göz ardı edilmeden, halkın katılımıyla uygulamanın yapılması
için tedbirler alınmasının önemi milletvekillerince sıklıkla dile
getirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa imzasıyla
TBMM ne sunulan tezkerede“ Köylülere
hakkı kanunilerinden daha serbest istifade fırsatını vermek ve miri ormanların
muhafaza ve inzibatını temin etmek üzere mücavir köylerle ahalisi odunculuk ve
kömürcülük ile geçinen köylere baltalık tefrik ve tahdidine dair Umuru
İktisadiye Vekaletince tanzim kılınan kanun lahiyası ve esbabı mucibe mazbatası
Heyeti Vekilenin 22 Eylül 1920 tarihindeki içtimaında ladelmutalaa tasvip
edilmiş ve ilişikte takdim edilmiş olmakla ifayı muktezasını rica ederim.” denilerek
Orman Kanununun çıkarılma gerekçesinin ana fikri açıklanmıştır.
Baltalık Kanunuyla
ilgili olarak olumlu olumsuz çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Biz bu
yazımızla, Baltalık Kanunu hakkında geniş çaplı bilgi vermekten ziyade bir
dönemde uygulanmış ve tartışma konusu olmuş hususlara tekrar değinmek ve kendi
görüşlerimizi de ekleyerek, olaya yeniden ışık tutmak istedik.
Baltalık Kanununu,
zamanın dayattığı şartları dikkate almadan eleştirmek doğru olmaz. Yoksul Türk
halkının ölüm kalım savaşı verdiği yıllarda eldeki bütün imkanların savaşın kazanılması
için ordunun emrine verilmesi kaçınılmazdı. İç cephenin de olduğunca sağlam
tutulması savaşa katılımın sağlanması bakımından çok önemliydi. Cepheye asker
sevkiyatı için lokomotiflerde yakılacak kömür dahi yoktu. Kömür bulsanız odun
olmadan kömürü yakamazsınız. Bu olumsuzluklar saymakla bitmez. “Yoksulların
Zaferi” olarak nitelenen Kurtuluş Savaşı şartlarını bilmeden, anlamadan
Baltalık Kanununu maddeler bazında eleştirirsek bize göre doğru bir değerlendirme
yapmış olmayız. Bana göre Baltalık Kanunu, zamanın şartları içinde, iyi
hazırlanmış bir kanundur. Kanun bir yandan köylüyü biraz olsun ferahlatmış, bir
yandan da ordunun acil ihtiyaç duyduğu odunun teminine imkan sağlamıştır.
Ormanların tahribine yol açtığı iddialarına ilişkin elde hiçbir veri yoktur.
Baltalık Kanunundan
sonra 26 Mart 1921 tarih ve 109 sayılı “Resmi Dairelere ve Fakir Halka
Dağıtılacak Yakacak ve Askeri Kurumların İhtiyaç Duyduğu Telgraf ve Telefon
Direkleri ve Yakacak Odunun Müzayede Olmadan Tarife Bedeli Üzerinden Verilmesi
Hakkında Kanun”ile 31 Ekim 1921 tarih ve 161 sayılı“Düşman Tarafından
Tahrip ve Yağma Edilen Kasabalar ve Köy Halkının Devlet Ormanlarından Kesim
Yapması Hakkında Kanun”yayımlandı.
4)Baltalık Kanunu
Sonrası Ormancılık Politikasıyla İlgili Bazı Önemli Düzenlemeler ve Devletin
Ormancılık Politikasıyla İlgili Bazı tespitlerimiz:
1937 Yılında kabul
edilen 3116 sayılı Orman Kanunuyla ormancılık alanında yeni bir döneme
geçilmiştir. 3116 sayılı Kanun, ormanların tamamının devlet mülkiyetinde olması
halinde daha iyi korunacağı fikrinden hareketle hazırlanmıştır Ancak, 1945
yılına kadar devletleştirme uygulaması yoktur. 3116 sayılı Kanun 1956 yılında
kabul edilen ve halen yürürlükte olan 6831 sayılı Orman Kanununa temel
oluşturmuştur.
1945 yılında kabul
edilen 4785 sayılı Kanunla; vakıflara, köy tüzel kişilerine, özel ve tüzel
kişilere ait bütün ormanlar bir gecede devletin mülkiyetine geçirilmiştir. Bu
kanunun 1. Maddesinde “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte var olan
gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu
tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun gereğince
devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın
Devlete geçer.” Denilmektedir. Kanun, 1.Maddesi dahil, halen yürürlüktedir.
1950 yılında kabul edilen 5658 sayılı Kanunla devletleştirilen ormanların bir
kısmı eski sahiplerine iade edildiyse de köylere ve köyler halkının sahibi
olduğu özel ormanların iadesi çeşitli nedenlerle gerçekleşmemiştir. Bunun
nedenlerine, bu yazının konusu olmadığından girmiyoruz. Ancak, şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Devletleştirilen ormanlar, Devlet tarafından maalesef
korunmamış veya korunamamıştır. Günümüz 2B uygulaması bu görüşümüzü destekleyen
en önemli olgudur. Kısacası; 4785 sayılı Kanundan beklenen amaca ulaşılmamış,
aksine Kanun mevcut ormanların daha fazla yol açtığı gibi, adalet anlayışından
uzak hükümler içirdiği için vatandaşların devlete olan güvenini sarsmıştır.
Orman Vasfını Kaybetmiş Yerlerin orman Dışına Çıkarılması Uygulamaları (2B)
:
1961 Anayasası’nın 131.Maddesinde
1970 yılında 1255 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikle, Anayasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce (20.07.1961) bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak
kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvalık, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında
veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar bulunan topraklarla şehir, kasaba ve
köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerin orman sınırları dışına
çıkarılmasına imkan tanınmıştır. 1961 Anayasasında yapılan bu değişikliğe
paralel olarak, 1973 yılında 1744 Sayılı Kanunla 6831 sayılı Orman Kanununun
2/B Maddesinde değişiklik yapılmış ve 15.10. 1961 gününden önce bilim ve
fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerin orman dışına
çıkarılması mümkün hale gelmiştir. 1961 Anayasasının orman dışına çıkarmaya
ilişkin hükümlerine, 1982 Anayasasının 169 ve 170. Maddelerinde yer verilerek;
bu defa 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman
niteliğini kaybeden yerlerin orman sınırları dışına çıkarılması esası
getirilmiştir.
Yapılan değişiklikler
sonrası, Anayasa ve kanunlar bilim ve fen bakımından orman vasfını kaybetmiş
yerlerin orman sınırları dışına çıkarılmasına imkan verdiyse de, orman dışına
çıkarılan yerlerin satılıp satılmayacağına dair net bir hüküm getirmemiştir.
2003 yılında, Anayasanın 169 ve 170. Maddelerinde değişiklik yapılarak orman
dışına çıkarılan yerlerin (2B) satışına imkan tanınmıştır. Ancak, bu
değişiklikler, tekrar görüşülmek üzere Cumhurbaşkanınca TBMM’ye geri
gönderildiğinden kanunlaşmamıştır. Mevcut yönetim bu konuda bir süre ısrarlı
olmamıştır.
Bilhassa, büyük
şehirlerin çeperlerinde orman tapusu içindeki yerler zaman içinde işgale
uğramış, işgaller geri dönülemez aşamaya gelince 15.01.2009 tarihli ve 5831
sayılı Kanunun 8 inci maddesiyle 3402 sayılı Kanuna eklenen Ek 4 üncü maddesi
kapsamında fiili kullanıcıların tespiti için kadastro çalışmaları
başlatılmıştır.
2012 yılında iktidar ve
muhalefet oylarıyla kabul edilen 6292 sayılı Kanunla (Halk arasında 2 B Kanunu
olarak anılır) orman dışına çıkarılan yerlerin hak sahiplerine satışına ilişkin
düzenlemeler yapılmış ve satışlara başlanmıştır. Satışlar halen devam
etmektedir
2018 yılında kabul
edilen 7139 sayılı Kanunla Orman Kanununa eklenen Ek:16. Madde ile yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık,
kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanların, Cumhurbaşkanı
Kararıyla orman dışına çıkarılarak, Hazine adına tescil edilmesi, satışı ve kat
karşılığı verilmesi imkanı getirilmiştir. Bu Kanun uygulamasıyla pek çok yerin
imara açılarak satışı yapılmış ve halen yapılmaktadır.
Orman Dışına Çıkarılan 2 B Taşınmazlarının Satışına İlişkin Bazı Tespit ve
Eleştirilerimiz:
1) 1744, 2896 ve 3302 sayılı Kanunlarla orman sınırı dışına çıkarılan, evveliyatı
itibarıyla kişiler adına tapulu olan, bedel ödenmeden 4785 sayılı Kanunla
devletleştirilen yerlerin eski sahiplerine (sahip-i evvellerine) iadesi
mümkündü. 6292 sayılı Kanun ve 6831 sayılı Kanuna eklenen EK:16.Maddeler
kapsamında orman dışına çıkarılan yerlerin eski sahiplerine iadesi yolu
maalesef kapatılmıştır. Bu kapsamdaki taşınmazların eski sahipleri kendi tapulu
taşınmazlarını devletten yıllar sonra satın almak zorunda kalmışlardır.
Burada, kamuoyunda pek
bilinmeyen bir hususa açıklık getirmek isterim: 4785 sayılı Kanun ormanları,
filen orman olup olmadığına bakmaksızın tapu kayıtları üzerine şerh düşmek
suretiyle bir gecede devletleştirmiştir. Devletleştirilen tapuların kapsadığı
alanların bir bölümünün fiilen orman vasfında olmadığı, orman tahdit haritası
sınırları dışında kaldığı sonradan anlaşılmıştır. İşte bu fiilen orman olmayan
yerler, devlet ödeme yapmadıysa, eski sahiplerine iade ediliyordu. 6292 ve 7139
sayılı Kanunlarla yapılan düzenlemelerde bu “sahibi evveline” iade işlemine yer
verilmemiştir.
Bugün, devlet tarafından
iskanen verilen veya sair surette kişiler adına kayıtlı taşınmazların
tapularının orman tapusu ile çakışması halinde, şahıs tapularının orman içinde
kalan kısımları 2 B olarak orman dışına çıkarılsa dahi şahıslara iade
edilmemektedir. AİHM ve AYM kararları, iptal edilmeyen tapu kayıtlarının
geçerli olduğu yönündeyse de uygulama farklıdır. Bu konu geniş kapsamlı
olduğundan burada kısaca yer almıştır.
2) 2018 yılında kabul edilen 7139 sayılı Kanunla Orman Kanununa eklenen Ek:16.
Madde ile orman dışına çıkarma olgusunun kapsamı oldukça genişlemiştir.
3) 1987 yılında 3373
sayılı Kanunla, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu
yerlerdeki hususi orman alanlarında yatay alanın yüzde altısını (% 6) geçmemek
üzere imar planlamasına uygun inşaat yapımına izin verilmiştir.
Bu uygulamalar da
gösteriyor ki, ormanların daha iyi korunması için özel mülkiyetteki ormanlar
dahil, bütün ormanların Devletin mülkiyetine geçirilmesi ormanların
korunmasında etkili olmamış, aksine ormanların bizzat devlet tarafından çeşitli
amaçlarla imara açılması sonucunu doğurmuştur.
SONUÇ YERİNE GÖRÜŞLER:
Bu yazımızda, Osmanlı’dan
günümüze Devletin ormancılık alanında yaptığı düzenlemeleri özetledik, günümüz
uygulamalarına kısaca yer verdik. İlgi duyanlar bu konudaki pek çok
araştırmalardan yararlanabilirler.
Baltalık Kanununu,
zamanın dayattığı şartları dikkate almadan eleştirmek doğru olmaz. “Yoksulların
Zaferi” olarak nitelenen Kurtuluş Savaşı şartlarını bilmeden, anlamadan
Baltalık Kanununu maddeler bazında eleştirirsek bize göre doğru bir
değerlendirme yapmış olmayız. Bana göre Baltalık Kanunu, zamanın şartları
içinde, iyi hazırlanmış bir kanundur. Kanun bir yandan köylüyü biraz olsun
ferahlatmış, bir yandan da ordunun acil ihtiyaç duyduğu odunun teminine imkan
sağlamıştır. Ormanların tahribine yol açtığı iddialarına ilişkin elde hiçbir
veri yoktur.
Bize göre ormanların
devletleştirilmesi uygulamalarından beklenen sonuç gerçekleşmemiş, aksine
vatandaştan bedelsiz olarak devlete aktarılan ormanların büyük bölümü ya imara
açılarak satılmış ya da devletleştirilen orman arazileri kamu veya özel sektör
yatırımları için kullanılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder